Özgür Özel'i dinlerken

Özgür Özel’i dinlerken yıllar öncesinin acılarına savruldum… “Seni başkan yaptırmayacağız!” seslenişinin hazımsızlığı da sürüyor… Bir devlet kan davası güdülür gibi yönetilemez! Ağaçların öyküsüyle başlayan Gezi direnişi sekiz gencecik insanımızı yaşamdan kopardı. Onlarca gencimiz, kadınımız, erkeğimiz acılar içinde yaşamını sürdürüyor. Analar ansızın uykularında acılarla uyandılar…

Yazımı yazarken radyoda öyle güzel ezgiler söyleniyor ki dinlesem yazımı yazamayacağım. O an düşündüm ah bir çizer olsam, ezgiler eşliğinde güzelce çizerdim. Ben bir yazarım sözcüklerle dansıma başka sözler karşınca, kederli kalbim buna dayanmaz, aklım karışır. İstemeye istemeye gidip radyoyu kapattım. Salonla çalışma odası arasında ki o kısacık adımlarda şairin sözleri dilimden döküldü:

“Kendi bahçesinde dal olmayan biri, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.” Bu anlamlı sözler, onlarca yıldır nasıl kötü yönetildiğimizi nasıl da güzel anlatıyor! Bir gün önce İstanbul’da konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Gezi

direnişine yönelik sözleri, yorumu, hapishanede yatan tutukluların isimleri aklımdan bir türlü çıkmıyor.

“AĞAÇLARI KESMEYİN!”

“Elbette, 16 milyon İstanbullu, olanı ve biteni bilmektedir. Ama burada 16 milyon İstanbullunun ve iki büyük temsilcileri var. Bunlardan biri Türkiye’nin en büyük, köklü Cumhuriyet Halk Partisi ailesi, diğeri İstanbul’a hizmet eden her yaştan, inançtan, memleketten koca yürekli, açık alınlı İstanbul Büyükşehir Belediyesi ailesidir. Bu iki ailenin ortak bir evladı var, Tayfun Kahraman. Buradan Tayfun’u yürekten selamlayarak, Tayfun Kahraman’ın şahsında Osman Kavala’yı, Can Atalay’ı, Bakırköy Cezaevi’ndeki Mine Özerden’i, Çiğdem Mater’i selamlayarak, bütün Türkiye’ye bir şeyi hatırlatmak isterim. O her şeyi bilen ve karar veren, ‘Bütün yetki bende’ diyen birisinin kişisel kini yüzünden olmaktadır. Onun derdi Gezi davasıdır. Gezi, İstanbul’un, hepimizin, Türkiye’nin onurudur ama o birisinin kinidir, kan davasıdır.”

Özgür Özel’i dinlerken yıllar öncesinin acılarına savruldum… “Seni başkan yaptırmayacağız!” seslenişinin hazımsızlığı da sürüyor… Bir devlet kan davası güdülür gibi yönetilemez! Ağaçların öyküsüyle başlayan Gezi direnişi sekiz gencecik insanımızı yaşamdan kopardı. Onlarca gencimiz, kadınımız, erkeğimiz acılar içinde yaşamını sürdürüyor. Analar ansızın uykularında acılarla uyandılar…

Gezi annelerini ne çok yazdım. Onların acıları yaşam boyu süren, sızım sızım sızlayan acılar. Çiğdem Mater’in annesi dostum Nadire Mater’e geçmiş olsun derken gözyaşlarımı tutamadım. Gezi annelerinin acıları yürek yakmayı sürdürüyor…

YAZGINI SEV

Nietzsche’nin sıkça kullandığı “Amor Fati/Yazgını Sev” Latin tümcesini düşünüyorum: Hangi anlamda kullanılırsa kullansın “Yazgını Sev”, kaderini sev anlamında bu tümceye Gezi annelerini tanıdıktan sonra hep isyan ettim!

Nietzsche; “Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrı’ya yakarır, “Keşke güneş olsaydım” diye. “Ol” der Tanrı. Güneş oluverir.

Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz. Bulut olmak ister. “Ol” der Tanrı. Bulut olur. Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Rüzgâr olmak ister bu kez. Yine “Ol” der Tanrı. Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey karşısında eğilir.

Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Oradan eser, buradan eser, kaya bana mısın demez! Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı... Sırtında bir acı ile uyanır... Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır... (Friedrich Nietzsche, Amor Fati)

Gezinin anneleri, ihtiyar taşçı gibi yüreğinde acıyla uyanan annelerdir...  Yaz mevsiminin sıcak günlerinde başlayan “Gezi Parkı” protestolarının ilk kurbanı Mehmet Ayvalıtaş’ın başı yazmalı, gözü yaşlı annesi Fadime Ayvalıtaş’ın bu acıya dayanamayıp dünyaya vedası unutulur mu?

“Sekizinci ayda asker edecektim ben toprağa verdim, hiç dayanamıyorum” diyordu.

Ethem Sarısülük’ün annesi Sayfı Sarısülük, acısını şöyle haykırıyordu:

“Beni üç kere vurdular. Onu vurduklarında beni de vurdular, katilini serbest bıraktıklarında bir kez daha vurdular. Üçüncü şoku da Ethem’i öldürmekle suçlanan polis memurunun yargılanmasının durdurulma kararından sonra yaşadım. Bu kararı duymak beni bir kez daha vurdu!”

Antakya’da öldürülen Abdullah Cömert’in sürekli ağlayan annesi Hatice Cömert; “Yüreğimiz yanıyor. Oğlumun geri gelmeyeceğini biliyorum ama onu öldürenlerin yanlarına bu kâr kalmamalı” demişti.

Eskişehir’de dövülerek öldürülen Antakyalı Ali İsmail Korkmaz’ın annesinin isyanında söz de bitiyor. “Oğlum 19 yaşındaydı. Biz ne hayallerle gönderdik Eskişehir’e, çok hayalleri vardı. Keşke kurşunla öldürselerdi bu kadar acı çekmezdi” diyordu. Diyarbakır öldürülen Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye Yıldırım; “Medeni’nin katilleri bellidir, saati bellidir, silahı bellidir, meydana çıkartsınlar” diye haykırmıştı.

Yine Antakya’da öldürülen Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan; “Ahmet’imin acısını bana yaşatanlara Allah evlat acısı yaşatsın, yüreğim kanıyor. Ben bir anneyim, bütün annelerin yüreği yandı” diyerek acısını dile getirmişti. Berkin Elvan’ın acılı annesi Gülsüm Elvan hâlâ ağlıyor... Gezi’den sonra yüreğine ateş düşen anneler demokrasi düşmanlarının yazdığı bu kara yazgıyı nasıl sevsinler?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi