Yaşar Seyman
Barış ve İnsanlık
İnsanlık tarihi, savaşların gürültüsüyle değil, barışın sessizliğinde büyür. Barış, sadece silahların susması değil, kalplerin birbirine açılmasıdır. Çünkü barış; bir annenin çocuğunu korkusuzca okula göndermesi, bir çiftçinin toprağını umutla sürmesi, bir çocuğun gözlerindeki ışığın hiç sönmemesidir.
İnsanoğlu, çağlar boyunca savaşla güç aradı, oysa gerçek güç; yıkmakta değil, yaşatmakta saklıdır. Barış; insana yakışan en onurlu elbisedir. Adaletle dikilmiş, sevgiyle işlenmiş, vicdanla taşınmış bir elbise… Onu giyen toplumlar, insanlığın yükünü hafifletir.
Barış, insanlığın ortak dilidir. Renkleri, dilleri, inançları aşan evrensel bir şarkıdır. Bir çocuğun gülüşünde, bir dostun omzunda, bir yabancının tebessümünde saklıdır. İnsanlığın en saf hali, barışın gölgesinde yeşerir.
Bugün dünya, savaşların yorgunluğunu taşırken insanlık, barışın şefkatine muhtaçtır. Atatürk’ün sözleriyle “Yurtta barış, dünyada barış”, sadece bir temenni değil; gelecek nesillerin mirası, insanlığın umudu olmalıdır.
Çünkü barış, insanlığın kalbinde açan en güzel çiçektir. Onu korumak, sulamak ve büyütmek hepimizin görevidir. Ve unutmayalım: İnsan, ancak barışın kucağında gerçekten insandır.
Toplumsal ve Siyasal Bir Bakış
Barış, bireysel bir özlemden çok daha fazlasıdır; toplumsal düzenin temeli, siyasal aklın en yüce hedefidir. Bir ülkede barış yoksa, demokrasi sakatlanır, adalet susar, eşitlik yok olur. Bu yüzden barış, sadece bir duygu değil; devletlerin ve toplumların varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilmez bir siyasal gerekliliktir.
Tarih bize göstermiştir ki; savaştan beslenen iktidarlar, kısa vadede güç kazanır gibi görünse de uzun vadede kendi halklarına yıkım getirirler. Oysa barışa yatırım yapan toplumlar, kalkınır, özgürleşir ve dünyada saygın bir yer edinir. Avrupa Birliği’nin doğuşu, iki büyük savaşın küllerinden barışı kurma çabasıdır. Nelson Mandela’nın Güney Afrika’da inşa ettiği uzlaşma, toplumsal barışın adaletle nasıl birleşebileceğinin kanıtıdır.
Barış; sadece silahların değil, yoksulluğun, adaletsizliğin ve eşitsizliğin de susmasıdır. Açlıkla boğuşan bir çocuk için, işsiz bırakılan bir işçi için, sesi kısılmış bir muhalif için barış hâlâ eksiktir. Bu nedenle barış, aynı zamanda sosyal adalet mücadelesidir. Toplumsal barış, ekonomik eşitlikle, hukukun üstünlüğüyle, özgürlüklerin güvence altına alınmasıyla olasıdır.
Bugün insanlığın önünde iki yol vardır: Ya nefretin ve çıkar savaşlarının esiri olmak ya da ortak geleceğimiz için barışın hukukunu inşa etmek. Siyasal akıl, ancak halkın sesiyle birleştiğinde barış gerçeklik kazanır. Barış, sadece liderlerin değil, yurttaşların da isteği olursa kalıcı olabilir.
Dünyanın birçok ülkesinde halklar barış isteğini haykırıyor. Çünkü biliyorlar ki, barış olmadan demokrasi yok, demokrasi olmadan da insanlık ayakta kalamaz.
Barışın Sesi
“Barış, ellerin birleştiği yerde başlar;
yürekler sustuğunda değil, umutlar konuştuğunda.”
Yannis Ritsos
Ritsos’un dizelerinde yankılanan bu sessiz çağrı, insanlığın binlerce yıllık kavgasına karşı açılmış bir pencere gibidir. Barış, yalnızca savaşın bitmesi değil; yüreğin ve vicdanın birbiriyle buluşmasıdır. O buluşmayı inşa eden dünyada üç büyük yürek tanıdık: Nelson Mandela, Malala Yousafzai ve Eleanor Roosevelt.
Mandela: Affetmenin Gücü
“Kin ve nefret, ruhu yiyip bitiren zehirlerdir. Barışa giden yol, affetmekten geçer.”
Mandela, bize gösterdi ki barış, yalnızca diplomasi masalarında değil, bireyin kalbinde başlar.
Malala Yusufzay: Cesaretin Şarkısı
“Bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap ve bir kalem dünyayı değiştirebilir.
Eleanor Roosevelt: İnsan Hakları ve Barışın Dansı
“İnsan hakları, dünyanın en küçük köşesinde başlar. Oralarda korunmazsa, hiçbir yerde korunamaz.”
Roosevelt, barışın yalnızca devletler arasında değil, günlük yaşamın her anında inşa edilmesi gerektiğini anımsattı.
Barışa Aşkla Tutkulu Olan üç barış elçisinin izinde yürümek…
Dünya, binlerce yılın savaş gürültüsüyle sarsılırken, bazı kalpler sessiz bir alev gibi yanar. İşte o kalpler, barışa aşkla bağlanır ve insanlığa yol gösterir. Nelson Mandela, Malala Yusufzay ve Eleanor Roosevelt…
Üç elçi, üç farklı kıta, üç farklı yaşam; tek bir ortak ses:
Barış, cesaret ve tutku ile yaşanır, temiz bir dille örülür…