Yaşar Seyman
Çocukluğun yükü, dünyanın utancı
Dünyayı Verelim Çocuklara
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Dünyayı çocuklara verelim
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaçlar dikecekler.
Nazım Hikmet
Düşleri çalınan bir kuşağın öyküsü…
Çocuklar, bir ülkenin en kırılgan kalbi; en sessiz çığlığıdır. Oysa biz, o küçük kalpleri kitap sayfalarının arasında büyütmemiz gerekirken, ağır makinelerin gölgesine, maden karanlıklarına, tarlaların yakıcı sıcağına bıraktık. Kolları minicik, düşleri koskocaman çocuklar… Bir lokma ekmeğin omzuna yüklediği taş gibi ağır işlerde, bir ülkenin vicdanını taşıyorlar. Ve bazen, bir kazanın soğuk haberi geldiğinde, adlarını ilk kez duyuyoruz. Bir çocuğun yarım kalmış ömrü, bir toplumun daha eksilmiş vicdanını yansıtıyor.
Oysa bir çocuk, sabahın ilk ışığında okula yetişmek için koşmalı, fabrika sirenlerinin soğuk sesine değil. Ellerinde kalem olmalı, nasır değil. Çantalarında defterlerin yumuşak kokusu, umutların ince kıpırtısı olmalıydı. Biz ise yoksulluğu, adaletsizliği, kayıtsızlığı onların omuzlarına yükledik. Çocuklar, büyümeyi bir hak olarak değil, bir zorunluluk olarak öğrendi; oyuncağın neşesini değil, çalışmanın ağırlığını taşıdılar. Böylece, toplumun sessizce kabul ettiği bir karanlığın içine itildiler.
Sonra bir gün, bir haber düştü ekranlara; henüz on iki yaşındaki bir çocuğun adıydı bu. Çalıştığı atölyenin duvarları arasında sıkışmış bir nefes… Bir fotoğrafı yoktu, bir şiiri yoktu, bir anısı bile bize ulaşmıyordu. Yalnızca “küçük” diye anılan bir yaşamın büyük bir yok oluşu… Biz yetişkinler, o an bir anlığına irkildik; sonra yaşam akışımıza geri döndük. Oysa o çocuğun suskunluğu, bir ülkenin en gürültülü utancıydı. Çünkü bir çocuk öldüğünde, yalnızca bir can değil, bir ülkenin geleceği eksiliyordu.
90’lı yıllarda ILO’ya gözlemci bir sendikacı olarak katıldığımdan bu yana dünya çocuk işçiliğini konuşuyor. Bazı ülkeler çocuk haklarında örnek alınırken; bizim gibi ülkeler kara listelerdeler.
UNICEF ve ILO’nun raporlarında sayılar, aslında dünyanın unuttuğu çocukların fısıltısıdır. Milyonlarca çocuğun adı yoktur orada; yalnızca “risk altındaki nüfus”, “tehlikeli işlerde çalışanlar”, “kaybolan eğitim hakkı” gibi soğuk tanımların ardına gizlenmiş yaşamlar vardır. Tarımın kavurucu sıcağında, madenlerin karanlığında, atölyelerin daracık duvarlarında büyümeye zorlanan bu çocuklar, küresel vicdanın en kırık aynalarıdır. Bir çocuğun yeri tezgâhın başı değil, okul sırasıdır. Çocukluk, korunması gereken bir haktır; ekonomik krizlerin, savaşların, yoksulluğun sadakası olamaz. Dünya, çocuk işçiliğini bitirmek için gerekli güce sahiptir. Eksik olan, o gücü kullanmaya yetecek istektir. Yine de UNICEF ile ILO’nun her yeni raporu, insanlığa kapıyı açık bırakır: Eğer istersek, çocukların çalışmadığı, ölüm haberlerine konu olmadığı, yalnızca büyüdüğü bir gelecek yaratabiliriz.
UNICEF ve ILO’nun raporları, aslında çocukların sessiz kayıtlarıdır. Soğuk sayıların ardında, çocukluğunu ekmeğe, umudunu yaşamda kalmaya dönüştürmek zorunda bırakılan milyonlarca çocuk vardır. O raporlar bize her defasında aynı gerçeği fısıldar: Bir çocuğun yeri atölyenin karanlığı değil, okulun aydınlığıdır. Hiçbir ekonomik kriz, hiçbir savaş bir çocuğun düşünden daha değerli değildir. Çocuk hakları konusunda bütün OECD ülkelerinin gerisindeyiz. İstersek, çocukların ölmediği, yalnızca büyüdüğü bir dünya olasıdır.
Mesleki Eğitim Merkezi, MESEM’de ölen bir çocuğun mektubundaki şu cümle utancımızın kanıtıdır:
“On yedi yaşındayım içimde kırk yaşında insanın yorgunluğu var!”
Belki de bir gün, bu ülkenin sokaklarından çocukların ayak sesleri yeniden umut gibi yankılanacak. Fabrika gürültüsünün değil, oyun kahkahalarının sesi yükselecek gökyüzüne. Ve biz, çok geç kalmış bir vicdan mahkemesinde kendimizi affettirebilmek için, her çocuğun elinden tutacağız…