Sendikalar, Emeğin Susturulamayan Sesi

Sendikal hareket, bugün dünyada ve Türkiye’de sancılı bir yeniden doğuşun eşiğinde duruyor. Avrupa’nın meydanlarında yükselen grev sesleri, Amazon depolarında ter döken göçmen işçilerin haykırışına, Paris’te iklim için yürüyen gençlerin sendikalarla buluşmasına karışıyor. Almanya’da, İsveç’te, Norveç’te sendikalar her ne kadar üye kaybı yaşasa da toplumsal yaşamın ana damarlarından biri olmayı sürdürüyor. Çünkü işçi yalnızca ücret için değil, var olma hakkı için de örgütleniyor; dijitalleşmenin ve yapay zekânın kararttığı gelecek kaygısına karşı birlik içinde duruyor.

Avrupa’da sendikaların gücünü gösteren örneklerden biri, Almanya’daki metal işçilerinin direnişidir. 2023’te Bosch ve Volkswagen gibi büyük şirketlerde çalışan işçiler, artan iş yüküne ve yükselen yaşam maliyetlerine karşı greve gitti. Sendikalar, yalnızca ücret artışını değil, iş güvenliği ve esnek çalışmanın sınırlandırılmasını da gündeme taşıdı. Grevler baskılara karşın sonuç verdi; işçiler hem kazanımlar elde etti hem de dayanışmanın gücünü yeniden anımsattı. Bu mücadele, sendikaların hâlâ işçilerin yaşamını doğrudan şekillendirebilen, toplumsal adaletin somut araçlarından biri olduğunu gösteriyor; aynı zamanda dayanışmanın, yalnızca bir toplu sözleşme kazanımı değil, geleceğe bırakılan güçlü bir miras olduğunu anımsatıyor.

Türkiye’de ise sendikaların nefesi daha ağır bir yükle çıkıyor dışarıya. Grevler sık sık yasaklanıyor, bastırılan direnişler günlük yaşamın bir parçası gibi işliyor, taşeron işçiler örgütsüz bırakılıyor. Yine de umut kaybolmuyor; genç kuşakların kurduğu bağımsız sendikalar, kadın işçilerin yükselen sesi, sağlık çalışanlarının direnişi, dijital çağın parçalanmış emeğini bir araya getiriyor. Avrupa örneği gösteriyor ki kazanım, yalnızca toplu sözleşme masasında değil, dayanışmanın yaratıldığı her alanda olasıdır. Türkiye’de de emek, görünmez gölgelerin arasından ışığını sızdırıyor ve bugün susturulan sesler, yarının özgür ve güçlü sendikal hareketinin müjdecisi oluyor.

Bugün iktidar sendikaları yok sayabilir, grev pankartlarını kaldırabilir, işçilerin sesini bastırabilir. Ama emeğin nefesi susturulamaz; çünkü alın teri toprağa, fabrikaya, hastaneye, sokağa sinmiştir; onu görmezden gelen, aslında toplumun kalbini görmezden gelir. Tarih bize defalarca kanıtladı: iktidarlar sendikaları yok sayabilir, ama işçiler dayanışmayı yeniden yaratır. Bir gün sendikaların sesi, yalnızca işçinin değil, tüm toplumun vicdanı olarak yeniden yükselecek ve o ses, yok sayılanların tarihini gölgede bırakacaktır!

Sendikal hareketin gücü, yalnızca sayılarda değil, dayanışmanın ruhunda saklıdır. Bir işçinin diğerinin omzuna koyduğu el, bir fabrikanın duvarında yankılanan grev şarkısı, bir kuryenin gecenin karanlığında teslim ettiği paket; hepsi aynı mücadelenin farklı nota ve ritimleridir. Avrupa’da çevre hareketleriyle buluşan sendikalar, Türkiye’de kadın emeğinin ve genç kuşakların örgütlenmesiyle birleşen direnişler bize fısıldıyor: Sendikaların yarını, yalnızca işçilerin değil, adaletin, özgürlüğün ve insanlığın yarınıdır. Artık sendikalar, fabrikaların sınırlarını aşan bir ışığa dönüştü; dijital çağın parçalanmış emeğini bir araya getiren bir köprüye…

İktidarın bastırmaya çalıştığı ses, dayanışmanın nefesiyle yükseliyor ve bir gün, susturulan meydanlardan değil, özgür ufuklardan yankılanacak. O ses, sadece işçilerin değil, toplumun vicdanının çığlığı olacak ve tarihin, yok sayılanın değil, dayanışmayı büyütenin, “hak verilmez alınır,” şiarıyla yürüyenlerin sesi olacaktır. Ve o ses, sadece işçilerin değil, tüm toplumun adalet arayışının yankısı olacaktır!

Bir kelebek kadar ömrüm olsa örgütlü yapılarda tüketirim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi