Yaşar Seyman
Bir Kent, Bir Kadın
Ankara’nın sokaklarında yürüyen bir kadın… Kimi zaman rüzgârın sertliğiyle yüzü kesilir, kimi zaman gün doğumuyla umutlanır. Bu kadın, sadece bir birey değil; bir kentin belleği, bir toplumun vicdanıdır. Beton binaların gölgesinde, eski meclis sıralarında, Kızılay meydanında ya da bir Umutkondu mahallesinde onun ayak izleri vardır. Kent nasıl ayakta kalıyorsa, o da öyle direnir. Yaşamın yükünü sırtında taşırken, içindeki özgürlük arzusunu hiç bırakmaz.
Bugün bu kentte bir kadın, yalnızca yaşam mücadelesi vermiyor; aynı zamanda eşitsizliğe, adaletsizliğe, sessizleştirilmek istenen tüm seslere karşı da direniyor. Üniversite amfilerinde, fabrikaların vardiya çıkışında, derneklerde, meydanlarda… Onun sesi, “eşitlik” diye haykıran işçilerin sesiyle, “adalet” diye yürüyenlerin adımlarıyla birleşiyor. Çünkü kadın yalnızca kendi özgürlüğü için değil, toplumun ortak kurtuluşu için direniyor.
Ankara’nın soğuk duvarları arasında bir sıcaklık arıyorsak, onu bulduğumuz yer kadınların örgütlü mücadelesidir. Sokaklara taşan sloganlarda, şiddete karşı açılan pankartlarda, üniversite gençliğinin dayanışma zincirinde, işsiz bırakılan emekçinin sessiz ama onurlu direnişinde hep o vardır. Çünkü kadın kentin vicdanıdır; sustukça karanlık büyür, konuştukça umut çoğalır.
Kentler, tarih boyunca direnişlerin mekânı olmuştur. Ankara da öyle: Cumhuriyet’in ilk adımlarına ev sahipliği yaptı, işçi yürüyüşlerine tanıklık etti, darbelerin gölgesini yaşadı. Bugün ise kadınların ayakta tuttuğu bir mücadele ile geleceğe hazırlanıyor. O kadın, yalnızca bireysel özgürlüğünün değil; halkın, kentin, ülkenin özgürlüğünün de taşıyıcısıdır.
Bir kent, bir kadın, bir direniş… Belki de hepimizin öyküsü budur: Yıkıntılar arasından umut inşa etmek, suskunluk içinde sözü büyütmek, karanlığa karşın ışığı çoğaltmak.
Bugün dünyaya baktığımızda da kentleriyle özdeşleşen kadınları görürüz. Şili’nin başkenti Santiago’da diktatörlüğe karşı annelerin meydanlarda yükselen sessiz direnişi, bizim Cumartesi Annelerimizin direnişidir. Paris’te 68’in barikatlarında omuz omuza duran kadınların cesaretidir… Hepsi kendi kentlerinin belleğini taşır, hepsi yaşadıkları sokakların kaderini değiştirmiştir. Bir kadın direndiğinde, kent de onunla direnir; kent ayağa kalktığında ise, kadınların sesi tarihin ritmini belirler.
Onlarca yıldır yaşadığım ülkenin yönetsel kalbi Ankara benim için yalnızca bir kent değil, devrimin başkenti, tarihi ve kültürel belleğin arşivi, direnişin ve kadın emeğinin sahnesidir. Kentlerin Kalbi kitabımda Ankara’yı yazarken, kadınların başkentin yaşam mücadelesi veren direnen kadınlarını da Hüznün Coşkusu Altındağ kitabımla Devlet Tiyatrosu sahnesine taşıdım… 90’lı yıllarda TRT’nin “Göçmen Kuşaklar” belgeselinde, göçle gelip ayakta duran, Ankara’yla bütünleşen bir kadın olarak öykümü bu kentle birlikte program yapımcıları anlatmışlardı. Ankara’nın öyküsüyle, öyküm, Ankara’nın belleğiyle iç içe geçti. Bir kent yazıncısı olarak hep şunu yazdım: Yaşadığımız kente karşı hepimiz borçluyuz. Unutmayalım kentle kadın bir bütündür.
Ve işte tam da burada kent ile kadın birbirine karışır: Biri yıkılsa diğeri de eksilir, biri dirense öteki de ayakta kalır. Ankara’nın rüzgârı bir kadının saçlarını savururken, aslında tüm ülkenin umutlarını da savurur. Çünkü bir kadın yürüyorsa, arkasında bir halk yürür; bir kadın susmuyorsa, kent de de susmaz. Ve biz biliriz ki, bir kentin kalbi, en çok kadınların direnişiyle atar.
Ülkenin kalbi Ankara’ya sahip çıkalım…