Bahattin Yücel

Bahattin Yücel

Erzincan’da siyanür ve İstanbul Üniversitesindeki ziyaretçiler

Yıllar önce bir söyleşide, “Sizin Türkiye’de bir haftada, bazen bir günde yaşadıklarınız, bir Norveçlinin tüm yaşamı boyunca başına gelmez” anlamında bir cümle okumuş ve garipsemiştim. Eski Türkiye’de yaşadıklarımız da pek iç açıcı değildi ama en azından umutlarımız vardı. 

 

Erzincan-İliç’deki felaketi ele alalım. 

 

“Demokrasi ile yönetilen hiçbir ülkede böylesi yaşanmaz” denilecek türden değil mi? AKP’nin söylemiyle, “Yeni Türkiye’nin kuruluş döneminde” en gözde şirketlerden birisi ile yapılan ortaklık ya da aracılık sözleşmesi sayesinde, Fırat Havzası’nda siyanür ile altın çıkarılmasına izin verilmişti. ABD-Kanada kökenli şirketin kullandığı yöntemlerin, ülkenin geleceğine vereceği zararların, günümüz siyasal koşullarında ne denli dikkate alınmış olabileceğini aklınızdan geçirin.

 

Marmara depreminin ardından geride bıraktığımız çeyrek yüzyılda, ülkenin en büyük kentinde kökten çözüm getirecek kapsamlı bir çalışmanın hala yapılamadığını ve uzmanlara göre beklenen olası bir depremin söndüreceği hayatları düşünün. 

 

Geçtiğimiz yıl Antakya’nın neredeyse haritadan silinmesiyle sonuçlanan, depremi ve ardından yaşanan dramı da unutmayın. Deprem bölgesinde yaşamlarını yitirenlerin sayılarının bile tam açıklanmadığını, hala çadırlarda ve uyduruk konteynerlerde yaşamak zorunda bırakılan, on binlerin yaşam koşullarını -bir an için- kendinizi onların yerine koyarak değerlendirin.

 

Adıyaman’a bir karşılaşma için gelen Kıbrıslı yavruların can verdikleri anları düşünün. Küçücük bedenleri; yapı kullanım izni olmadığı öne sürülen, Turizm Bakanlığı İl Müdürlüğünün birkaç yüz metre yakınında, kapısında “Otel” yazan bir kaçak yapının yıkıntılarından çıkarılırken, ana babalarının hissettiklerini aklınıza getirin.

 

En acısı bu kayıpların üst düzey sorumlularının bırakın ellerini kollarını sallayarak ortalıkta gezmelerini, ülkenin yerel yönetimlerine seçilmek için aday olduklarını anımsayın. Örneğin imar affının savunucu ve İliç’deki siyanürle altın çıkarma işlemine izin veren kişinin, bu kez İstanbul’a iktidar partisi tarafından belediye başkanı adayı yapıldığını, unutmayın.

 

Ülkenin en eski ve büyük üniversitesinin rektörünün, merkez yerleşkesine dileyen herkesin girebilmesine izin veren kararını düşünün. Gerekçesini 28 Şubat sürecinde başları örtülü kadınların üniversitelere alınmayışına dayandırmasını çözmeye çalışın. 

 

Topkapı Sarayı’na taşınma öncesi “padişahların ikametgahları”, sonra “Harbiye Nezareti”-Savunma Bakanlığı- olan yerleşkeyi panayır yerine çeviren bu uygulama dünyanın neresinde hayata geçerdi?

 

Norveç’te yukarıdaki örneklerden tek bir tanesinin yaşanması mümkün mü?

 

İktidarını sürdürebilmek amacıyla otoriterliği her fırsatta artıracak adımlar atan iktidar karşısında, sürekli kaybeden muhalefetin yerel seçimler öncesinde aday belirleme sürecinde yaşadıkları iç tartışmaları da unutmayın. 

 

Ekonomide, dış politikada ve Batı tarafından fonlanan, demografik düzenleme baskısı altında milyonlarca sığınmacıya vatandaşlık vererek, kazanmayı hedefleyen iktidar karşısında 

-özellikle- CHP’nin iç tartışmaları, dünyanın hangi ülkesinde yaşanabilir? 

 

Yerel seçimleri ülkenin geleceğine ilişkin bir referanduma dönüştürmeyi başaramazlarsa, siyaseten tasfiye olasılığını da düşünüyorlar mıdır? 

 

Ne dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bahattin Yücel Arşivi