Bahattin Yücel

Bahattin Yücel

Üretim ya da üleşmek

Yaşadığımız bölgenin kaderini belirleyen gelişmelerin temelinde 1990 yılında Ortadoğu’nun 1.Dünya Savaşı sırasında çizilen, siyasal sınırlarının kökten değiştirilmesi olduğuna kuşku yok. Kuşkusuz Irak’ın işgali ile başlatılan bu dönemin öncesi de var.

Son günlerde yeniden gündeme gelen, “Kurtuluş Savaşı” ve “Bağımsız Türkiye” kavramlarının geri plana itilmelerinin, geçmişi daha gerilere uzanır. Japonya ve ardından Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmalarıyla -Mayıs 1945- biten, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşık yarım yüzyıl süren, Soğuk Savaş dönemi yaşandı. Türkiye değişen dünya dengelerinin etkisiyle dış politikadaki bağımsızlık yörüngesinden vazgeçti. Süreç Berlin Duvarı’nın yıkılışına -9. Kasım.1989-kadar sürdü. Ancak toplumdaki bazı etkilerinin hala sürdüğü gerçeğini de gözardı edemeyiz.

İnönü’nün Cumhurbaşkanlığının son döneminde, Batı Avrupa’nın kurtarıcısı kimliğine bürünen ABD ile başlatılan askeri ve ekonomik ilişkiler, Bayar-Menderes ikilisinin yönetimindeki DP iktidarında, NATO üyeliği ile derinleşti.

Uzun yıllar boyunca Türkiye’yi yöneten iktidarlar, ABD onaylı 12 Eylül 1980 Darbesi ile başlatılan, “serbest piyasa ekonomisi" sürecinin, nasıl gelişeceğini fark etmediler. Askeri darbenin ABD-İngiltere ekseninde oluşan, Anglo-Sakson İttifakının Türkiye’yi Bölgedeki ileri karakola dönüştürme olasılığı siyasetin gündeminde yer alınmadı.

Aynı yıllarda Sovyet yönetiminin çöküşü kaçınılmaz olarak Rusya’nın 1950’lerin ortalarında başlattığı, Ortadoğu’ya ilişkin beklentilerini de sınırladı. Bölgedeki dengeler bir kez daha değişiyordu. ABD Büyükelçisinin yönlendirmesiyle, 1990 Ağustos ayında Kuveyt’i işgal eden Saddam’ın, kıtalararası füzeleri olduğu uydurması, son yılların en başarılı dezenformasyon örneği sayılabilecek nitelikteydi. Türkiye’nin iç siyaseti ise yönetimlerin bölgedeki gelişmelerden habersiz oldukları izlenimini uyandıran, vurdum duymazlıkla yürütüldü.

Sonuçta ABD yönetimi ile BOP çerçevesinde uyum içinde çalışılacağını açıklamaktan çekinmeyen AKP iktidarı varlığını 23 yıl boyunca günümüze kadar zorlanmadan sürdürdü. AKP’nin ekonomi yönetimi, üretmek yerine, ithalat ile dengelerin kurulacağına inandırılmış olmalıydı.

Son yıllarda yaşadığımız olumsuzlukların nedeni, tek başına AKP’nin politikalarının sonucu olarak görülmemelidir. Bu partinin iktidara gelişi ve Türkiye’yi uzun süreyle yönetmesinde, gelmiş geçmiş bütün iktidarların sorumlulukları, kesinlikle gözardı edilemez.

Süreç içinde yapılan anayasa değişiklikleri ile kuvvetler ayrılığı sistemi kaldırılarak, denetim kurumları etkisizleştirildi. TRT başta medya ve kamu kaynaklarından desteklenen, sermaye grupları ile iç içe çalışan, kamu gücünü arkasına alan bir yönetim modeli uygulandı. Ülkenin tarihinde rastlanmadık ölçüde bir sermaye transferi yaşandı. Tarımdan sanayi üretimine, teknolojiden turizme, taşımacılıktan kültürel etkinliklere, madencilikten enerjiye uzanan, tek merkezli karar mekanizması, sonunda ülkede gelir dağılımını alt üst etti.

İktidar kamuoyunun bu gelişmelerin ardındaki gerçekleri fark etmesini önlemek için akla gelmedik yönetmelere başvurmaktan kaçınmadı.

Yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan, CHP’nin seçilmiş Belediye Başkanları ve Belediye Meclislerindeki bazı üyeleri tutuklandılar. Yerlerine atanan kayyım haberleri sürekli gündemden düşmüyor.

Son tutuklamaların; seçimlerde alınan sonuçların, iktidarın onayı alınmadan bir anlam taşımayacağı algısını güçlendirme amacını taşıdığı söylenebilir.

Özellikle iktidarın en yakın adayı konumunda bulunan, CHP’nin seçmene yönelik söylemlerini yeniden gözden geçirmesi kaçınılmaz hale geliyor. Örneğin yerel yönetimlerin “AB’nin yerinden yönetim” koşullarına göre yeniden yapılandırılacağı vurgulanması gibi. Her alanda radikal bir değişim programının tartışmaya açılması, iktidarı zorlayacaktır.

Üretmek yerine iktidarların vereceklerine odaklanan, üleşmeye dayalı vaatlerin, geleceğin Türkiye’sinde yeri olmayacağı gerçeğinin altı kalın çizgilerle çizilmeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bahattin Yücel Arşivi