1920’lerin semalarında bir supernova: Lucia Joyce

Bugün İrlandalı yazar James Joyce’un doğum günü. Modern edebiyatın temel taşlarından Joyce’un roman sanatını yeniden yaratması, icat ettiği dil ve çok katmanlı metinlerinin hepsi birer devrimdi. Hayatıysa her devrim gibi kansız değildi. Bu metaforik kanama, maalesef bizzat kendi evindeydi. Aşık olduğu, Ulysses’sindeki Molly’sinin ilham perisi olan karısı Nora ve kızı Lucia’nın sürtüşmesi, kızlarının evden gönderilmesi, oğlunun alkolizmi ona büyük acı verdi. Kızı onun her şeyiydi ama elinden bir şey gelmiyordu. Joyce’un şerefine bu haftanın kadını perivari kızı Lucia Joyce.

James Joyce’un ikinci çocuğu Lucia, 26 Temmuz 1907’de Trieste’deki Maggiore Hastanesi’nde dünyaya gelir. Eşi Nora Barnacle, Lucia’yı dünyaya getirirken James Joyce başka bir hastanede ateşli romatizmadan kolunu kaldıramıyordu.

Bu zorlu başlangıç Lucia’nın hastanelerde geçecek hayatının kehaneti gibidir.

Lucia’nın ilk on yılı Trieste’de geçtiği için ilk dili İtalyanca olur. Akabinde aile Zürih ve Paris’te de yaşadığı için İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı da akıcı bir şekilde öğrenip dilleri birbirine harmanlayarak konuşmaya başlar.

Ayrıca baba-kızın kendi aralarında oyun olarak geliştirdikleri sentez-dil, daha sonra Joyce’un eserlerinde de ortaya çıkacaktır.

lucia-joyce.jpg

YARATICI VE HAYALPEREST

Lucia son derece yaratıcı ve hayalperest bir çocuktur. Babasına çok benzediği söylenir. Annesi Nora ise Lucia’dan iki sene önce doğan oğlu Giorgio’ya tapıyordur. (Ah Freud ah). Kızına sürekli kızdığı yazılmıştır.

Joyce evinde hayat kolay değildir.

Lucia 7 yaşına varana kadar beş kez ev değiştirmek zorunda kalmışlardır. James Joyce kızını çok sever ve şımartır, ona “saucebox (soskutusu)”, “wonder wild (harika yabani)”, “light giver (ışık verici)” gibi isimler takar, kızına şarkılar söyler, hikayeler okur.

DEHA MI, DELİ Mİ?

Babasına göre deha, dünyaya göre deli olan Lucia 1925-29 arasında önce namlı dans okullarından Dalcroze Enstitüsü’nde sonra da meşhur dansçı Isadora Duncan’ın erkek kardeşi Raymond Duncan’ın himayesinde modern dans eğitimi alır.

Dönemin önemli balerin ve baletleriyle çalışır.

1927 yılında Jean Renoir’ın Anderson Masalları’ndan uyarladığı Küçük Kibritçi Kız filminde dans etmiştir. 1928’de bir dans trupuna katılıp Avrupa turnesine çıkar. Katıldığı dans yarışmalarında jüri üyelerini etkiler, gelecekte büyük bir dansçı olacağı söylenir.

28 Mayıs 1929’da Brüksel’deki Bal Bullier’de uluslararası dans yarışmasına katılır. Koreografisini ve pullu balık kostümünü kendi hazırladığı bir performansla birinci seçilemese de seyirci tarafından en çok ilgi ve sevgi gören esere imza atmıştır. Kitle, “Nous reclamons L’Irlandaise (Biz İrlandalıyı istiyoruz)” gibi bir tezahürat atınca seyirciler arasında bulunan babası ve Samuel Beckett pek keyiflenmiştir. Medyada, babasının tahtına mı oturacak bu kız diye övgü dolu yazılar yayımlanır.

LUCIA’NIN DENGESİZ HALLERİ

Bu kadar ışıltılı bir kariyer başlangıcından sonra dansı pat diye bırakması şaşırtıcı olmuştur.

Kendisi, “22 yaşında günde sekiz saat prova ve bu kadar çok stresi kaldıramayacağım” diyerek dansa veda eder. Dans hocalığı yapmaktan da vazgeçmiştir. Kimi araştırmacıya göre babası kızının ağır tempoyu kaldıramayacağından korkuyordur. James Joyce’un mektuplarından, kızının boşa harcanan yeteneği için bir ay boyunca ağladığını biliyoruz.

Sanıyorum asıl mesele Lucia’nın dengesiz halleridir.

Lucia’nın saldırgan olabildiği gözlemlenir.

27 yaşına geldiğinde yirmiden fazla doktor görmüştür. İlk doktoru Carl Gustav Jung, Zurih’te Lucia’ya şizofreni tanısı koymuş, Ulysses’yi okuduktan sonra bunun babasından geldiğini, James ve Lucia Joyce’un birbirlerine çok benzediğini söylemiştir.

Jung’a göre baba-kız aynı ırmağın yatağına akıyordur- aralarındaki fark baba suya atlarken kız nehrin dibine çöküyordur.

KARŞILIKSIZ AŞK KEDERİ

Yıllar sonra yapılan kimi araştırmalar ışığında Lucia’nın şizofreniden çok manik depresyon hastası olduğu söylenir.

O sırada babasının asistanlığını yapan ve sonradan yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan Samuel Beckett’e umutsuzca aşık olan Lucia, sevgisi karşılıksız kalınca psikolojik durumu da fenalaşır.

James Joyce’un biyografisini yazan Gordon Bowker’a göre Beckett’in onu reddetme sebebi, baba-kız arasında vücut bulmamış bir erotik bağ olması ve Lucia’nın erkek seçiminde “babasına yedek” aramasıdır.

Bir başka iddia da Beckett’in Lucia’ya, “Ben seninle değil, babanla ilgileniyorum” demesidir.

Aslında, o zaman 23 yaşında umut vaat eden Beckett’in, Joyce gibi kendini ispatlamış yoldaş bir İrlandalı yazarın yanında pişmek istemesi anlaşılır. Ayrıca Beckett, Lucia’yı reddetse bile hayatı boyunca ona çok iyi davranmış, Lucia’yı tiyatrolara ve restoranlara götürmüş, James Joyce ile ilgili yazdığı makalelerden aldığı ücretleri Lucia’nın hastane masraflarını karşılamak için kullanmış ve Lucia’yı hastanelerde ziyaret etmiştir.

BİR AŞK HEZİMETİ DAHA

Lucia’nın Beckett hezimetinden sonra gönlünü kaptırdığı bir başka sanatçı da bir dönem ona resim hocalığı yapmış ünlü heykeltıraş Alexander Calder’dır. Calder, babasına benzeyen deli-dahi modelindedir. Aşktaki sükut-u hayalleri ve evdeki şiddetli geçimsizlikle birlikte 1934 yılından sonra akli dengesi gittikçe kötüleşir.

EVDEN UZAKLAŞTIRMA VE TIMARHANE GÜNLERİ

Lucia’nın babasıyla ilişkisi ne kadar iyiyse annesiyle ilişkisi hep çalkantılı olmuştur. Hatta evden uzaklaştırılma kararı, babasının 50. doğum günü partisinde annesinin üstüne sandalye attığı için abisi Giorgio’nun ısrarıyla gerçekleşmiştir.

1935 yılından itibaren Lucia hep hastane ya da tımarhanelerde yaşar. James Joyce, kızının hastanelerde kalmasına karşı çıkıyor, annesi Nora ise evde kalamayacağını söylüyordur. Birbirlerine çok bağlı ve tutkulu olan Joyce çiftinin arasındaki en büyük kavga budur. (Diğeri Joyce’un çok içmesi ve parasına sahip çıkamamasıdır).

Neticede, Nora’nın istediği olur ve Lucia hastaneye yatırılır. Her daim maddi sıkıntı yaşayan Joyce çifti için başka bir zorluğu beraberinde getirir. Kızlarının klinik ve doktor masrafları tırmandıkça, aile ne yapacağını şaşırır.

Lucia’yı Paris’teki bir klinikten alıp Feldkirch’te bir hemşire himayesinde bırakmak için 14,000 Frank ödemeleri gerekir mesela. Buna mukabil iki sene boyunca gözünü ihmal eden Joyce, sağ gözünün kalkerleşmesiyle tek göze kalır. Sol gözünden iki ameliyat olması gerekmektedir ama paraları yoktur.

DENEME TAHTASI LUCIA

Bütün zorluklara rağmen James Joyce, Lucia’yı yattığı çeşitli hastanelerde ziyaret eder ve kızını bırakmak istemez fakat Nora kızını görmek istemez, ayrıca annesini görmek Lucia’ya da hiç iyi gelmez. Joyce ise kızının hastalığını asla kabul etmez, aksini iddia edenlere de kızar. İşin gerçeği kızını onca doktora götürmelerine rağmen hiçbiri tam olarak bir tanı getirememiştir. 1956 yılında Jung psikoloji biliminde özellikle şizofreni hastalarıyla ilgili hatalı davranıldığını itiraf etmiştir. Sonuçta Lucia deneme tahtasına dönmüş, hastanede kaldığı sürece kötüleşmiştir.

Joyce tüm bu süreçte kızını kollamaya çalışır ama elinden pek bir şey gelmez. İkinci Dünya Savaşı esnasında James Joyce, ölüme yakın ve gözü neredeyse hiç görmezken, Alman istilası altındaki Fransa’nın Ivry kentinde bulunan tımarhanedeki kızı adına çok korkuyordur. Nazilerin eline geçip öldürülmesinden endişelendiğinden kızını oradan kurtarmak için elinden geleni yapar ama 1941 yılında kızını bir daha göremeden vefat eder.

LUCIA’NIN YILLAR SONRA BECKETT SORUSU

Ölüm yatağına eşi ve oğlunu çağırmıştır ama yetişemezler. Joyce’un ölümünden sonra Lucia’nın tüm sorumluluğunu Harriet Shaw Weaver adlı hamisi üstlenir. Lucia 1951 yılında Londra’ya yakın olan Northampton’daki St. Andrew hastanesine nakledilir. Hayatının sonuna kadar bu hastanede kalır ve neredeyse hiçbir ziyaretçisi olmaz. Beckett onu bir kez ziyaret etmiştir.

1977 yılında bir Joyce hayranı olan Helen Mactaggart, Lucia’yı görmek için gittiğinde ona Paris’te Beckett ile tanıştığını söyler. Lucia hemen, “Yanında bir kadın var mıydı?” diye sormuştur.

Lucia 40 yıl boyunca çeşitli tımarhanelerde yaşadıktan sonra 12 Aralık 1982’de vefat eder. Annesi, babası ve abisi Zürich’te yan yana yatıyorken o kaldığı hastanenin yakınlarındaki Kingstorpe Mezarlığı’na defnedilmiştir. Aile, hakkındaki belgeleri imha ettiği için Lucia Joyce’un yaşamına dair çok az şey bilinir.

Geldi, ışıldadı, sönüp gitti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi