
Mehmet Şandır
Ali Doğan’ı kaybettik
Bence; kaybettiğimiz bir candan öte dostluğun, sağduyunun, nezaketin, güzelliğin çok değerli bir örneğini kaybettik.
Ali Doğan, tanıyanlar için çok değerliydi; karşısındakine huzur ve güven veren bir dosttu, arkadaşlarının ifadesiyle “Ali Ağa’dır”. Sosyal yaşamda ve siyasette sağduyu ve nezaketin, sonuçtan sorumluluk duyan anlayışın adeta kurumsal kimliğidir.
Toplumla, devletle barışık bir insandı. Gerçek anlamda “İyi İnsandır”. Üniversite yıllarında başlayan dostluğumuz kesintisiz, şartlara ve zamana göre değişmeyen bu çizgide bugüne kadar devam etti. İnanıyorum ki onu tanıyan herkes bu düşüncededir.
Ali Doğan, zor zamanların görev adamıdır. Toplum hayatında, siyasette, spor camiasında unutulmayacak hizmetleri oldu. Hayatına dokunduğu binlerce insan olduğunu biliyorum. En zor durumlarda öne çıkar; uzlaşmacı, birleştirici, hoşgörülü ve fedakar/feragatlı davranışı ile sorun çözücü olurdu. Sıkışan gündemi rahatlatırdı.
Gençliğini yaşadığı Maraş şehrinin sosyolojisinin oluşturduğu milliyetçi duygu ve düşünceleri İstanbul’da Ülkü Ocakları içinde şahsiyet bulmuş, insana, halka ve milletine hizmet etmeyi ibadet bilmiştir.
Ali Doğan’a Yüce Allah’tan rahmet diliyorum; mekanı cennet olur inşallah. Başta eşi ve çocukları olmak üzere sevenlerine sabır dilerim. O “güzel adamdı”, dünyada güzel yaşadı, inanıyorum ki öbür dünyada da güzel yaşayacaktır.
‘Güzel İnsan’ Ali Doğan’ın Hakk’a yürüyüşü bana son günlerde özellikle siyasette ve sosyal hayatta yaşadığımız ‘çirkinlikleri’ düşündürdü; hayıflandım, üzüntüm bir kat daha arttı.
İnsanımızın yaşadığı hayat pahalılığının ve gelir dağılımı adaletsizliğinin utandıran örnekleri her gün yüreğimizi yakarken Allah aşkına, ülkemizi yönetenlerin benmerkezli polemikleri ülkemize, milletimize ve zamana yakışıyor mu?
Kafamızı kuma sokmayalım. Halk ekmek büfeleri, Et-Balık Kurumu satış merkezleri, kent lokantaları önünde sabahın köründe oluşan ‘yoksulluk tabloları’ Türkiye’ye yakışıyor mu?
Her sabah, güne toplumsal cinnete dönüşen cinayet olaylarının haberleri ile uyanıyoruz...
Her sabah, yeni bir soruşturma, gecenin şafağında bir bilinen insanımızın suç isnadı ile polis eşliğinde evlerden toplanması görüntüsü ile güne başlıyoruz. Siyasetçiler, sivil toplum yöneticileri, iş insanları, sanatçılar, basın mensupları, kamu yöneticileri, yerel yöneticiler kısaca toplumun her kesiminden insanlar, Türk Ceza Yasasındaki hemen tüm maddelerden dolayı soruşturmaya ve suçlamaya muhatap oluyorlar; iddianame hazırlanmadan gözaltına alınıyor ve birçoğu tutuklanarak cezaevlerine konuluyorlar. Son altı ayda tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık 50 bin kişi birden artmış. 3 Şubat 2025 itibariyle cezaevlerinin mevcudu 392 bin 456 kişiye yükselmiş. Türkiye adeta açık hava cezaevine dönüştü. Bu toplum ne zamandan bu yana bu kadar suç ve suçlu üretir duruma geldi?
Her gün, bu sonuçtan sorumlu olanların birbirlerini suçlamalarını her haber saatinde durmadan dinliyoruz...
Küresel tehdit ve tehlikelerin kapımıza dayandığı bir gündeyiz; Her zamandan daha farklı bir durumdayız. Donald Trump’ın yeniden ABD başkanı olarak seçilmesi ile hızlanan yeni dünya düzeninin kuruluş sancıları ve bunun getirdiği belirsizlik iklimi, özellikle bizim coğrafyamız için çok ciddi fırsat ve riskleri birlikte getirdiği bir süreçten geçiyoruz.
Tarihi bir sorumluluk karşısındayız.
Özellikle ülke yöneticileri yani iktidar olanlar ve olmak iddiasında olanlar, siyasi çıkar hesaplarının ötesinde ortak aklı oluşturarak geleceği tanzim etmeleri gerekmiyor mu?
Hafta sonu iktidar partisinin 8. olağan Kongresini izledik; görkemliydi...
Ancak ne yazık ki öz eleştiri yine yoktu! Övünme, kibir ve suçlama vardı.
Tsunamiye dönüşme ihtimali her geçen gün artan TRUMP belirsizliği karşısında iktidar tarafından muhalefete uzatılan bir ‘birlikte olalım’ daveti, bir ‘Barış Seferberliği’ başlatmak arzusu göremedik. Yeniden cumhurbaşkanı olabilmek için muhalefeti baskılamak ve savunma durumunda bırakmak gayretleri vardı...
Önde olanın arkada kalanlara el uzatması bir gelenektir. Sorumluluk iktidar partisine ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanı’na düşmektedir. “Önce ülkem sonra ben” diyebilmenin şimdi tam zamanı... “Cumhurbaşkanı olacağım, seçimi ben kazanacağım” diye toplumu ayrıştırıp cepheleştirmenin kime ne faydası olacak?
Hatırlıyorum; Maraş olayları sonrasında oluşan düşmanlık havasını azaltmak için tehlikesine rağmen ısrarla Alevi köyleri ziyaret etmişti. Ali Doğan’ın ferasetine, fedakarlığına, sağduyulu davranışına ve bir ahlak değeri haline getirdiği “sonuçtan sorumlu olmak” anlayışına bu günlerde çok ihtiyacımız var.
Ruhu huzur bulsun...