Barış yolu uzun ve meşakkatli…

Devlet Bahçeli’nin çağrısı, beklendiği üzere Abdullah Öcalan’ın deklarasyonu ile karşılık buldu ve süreçte önemli bir noktaya gelindi. Tarafların talepleri ve yaklaşımları dikkate alındığında bunun ancak “iyi bir başlangıç” olduğunu söyleyebiliriz. Sürece “başlatanlar” itibariyle itiraz eden fanatizmi ciddiye almanın gereği yok. Siyasi karşılıkları da yok. Zira Özgür Özel, başlatılan sürece tam destek vererek doğru olanı yaptı ve partisini siyasi popülizm tuzağına düşmekten korudu. Ulusalcı ve milliyetçi hezeyanlarla toplumu provoke etmeye çalışan bir güruh var. 20. yüzyılın başlarındaki konjonktür ile bugünü yorumluyor ve siyasi çıkarımlarda bulunuyorlar. Barış temalı süreç doğru okunduğunda bu bakış açısının ne denli çağdışı ve köhnemiş olduğu alenen görünüyor.

Öcalan’ın deklarasyonu da esasen bu yanlış okumayı çürütüyor. Öcalan, PKK’nın kurulması kararının o günün dinamiklerinin bir gereği olduğunu ifade ediyor ve “PKK da ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır…” diyerek konjonktürün değiştiğinin altını çiziyor. Öcalan’ın metnindeki can alıcı bir diğer nokta da “demokratik siyaset ve hukuki boyut” vurgusudur. Bunun iktidar tarafında nasıl karşılık bulacağını henüz bilmiyoruz. İktidar şimdilik amasız, fakatsız, koşulsuz silah bırakma, yani bir nevi teslim olma temelinde konuya yaklaşıyor.

Bu noktada samimi olduklarını sanmıyorum. Geçmiş çözüm süreci sonucunda yaşadıkları oy kaybı ve yarattıkları toplumsal rahatsızlık, bu defa üfleyerek yaklaşmalarına neden oluyor. Kayyım atamalarının vites artırarak devam ettirilmesi, Erdoğan’ın ilk iftarını şehit aileleri ile yapması ve konuşmasındaki tehditkâr vurgular da yöntem değiştirdiklerinin ispatı niteliğinde… Devlet Bahçeli gibi dönem itibariyle etkin bir figürün attığı adımı körü körüne harcamaları olası değil. Sadece bunu toplumda huzursuzluk yaratmadan, alıştırarak yapmak istedikleri makuliyeti yüksek seçenek olarak önümüzde duruyor.

PKK, Öcalan’ın çağrısına hemen karşılık verdi ve ateşkes ilan etti. Tabii onların da Öcalan’ın beyanatını tamamlayan, hatta bir adım öteye geçen talepleri var. Toplayacakları kongrenin bizzat Öcalan tarafından yönetilmesini istiyorlar. Bu talep bir yerde Öcalan’ın özgürleşmesi, en azından tecridin kaldırılması anlamına geliyor. Esasen Bahçeli’nin, Öcalan’ı DEM Parti grubunda konuşmaya davet eden çağrısı ve umut hakkı vaadi de aynı yere işaret ediyordu. Bu meselenin öncelikle hukuken çözülmesi gerekir. Sonrası iktidarın alacağı inisiyatife bağlı. Öncesinde toplumsal yoklamayı yapacaklardır. Süreci toplumsallaştıramadıklarını gördükleri anda gemileri yakarlar. Tabii bu süreçte tüm gelişmelerden öteye herkesin gözü Tayyip Erdoğan’da olacak. Bu defa “megri megri...” gibi barış türkülerinin söylendiği, mektupların okunduğu bir ortamda kendisini görmemiz zor. Ekonomi politikaları örneğinde olduğu gibi “Ben onaylamıyorum ama bunlar yapıyor bir şeyler…” havasında korunaklı alana çekilmesi muhtemeldir. Kayyım atamalarının ve sertleşen güvenlikçi söylemlerin rüknünde bu ihtiyatlı tutumun olduğu anlaşılıyor.

Öcalan’ın, çağrısında açık vurguda bulunmadığı bir konu da Suriye ve SDG (Suriye Demokratik Güçleri). Mazlum Abdi ile arasındaki hukuku ve yakınlığı biliyoruz. Ancak bu yakınlık SDG’nin durumunu belirlemeye yetmeyebilir, çünkü bölgesel dinamikler ve Türkiye ile yakın da olsa Suriye’nin yeni yönetiminin Kürtlerle ilgili politikaları da bu noktada belirleyici olacaktır. Türkiye’nin, Suriye politikasında kendi başına belirleyici olması öyle kolay değil. Çünkü işin içine Amerika, İsrail ve onların bölgesel işbirlikleri gibi unsurlar da girecek ve şartları zorlaştıracaktır. DEM Parti yetkilileri de Öcalan’ın çağrısının Suriye’deki güçleri kapsamadığını söylüyor. Bu noktada Türkiye ile hemfikir olmadıkları aşikâr…

Esasen Bahçeli’nin çağrısı, Suriye’nin HTŞ hâkimiyeti altına girmesinin kısa bir süre öncesine denk gelmiş olmaz. Yani, Bahçeli’nin girişimi tesadüf olamaz. Dolayısıyla kimin neyi nasıl algıladığından ziyade, Türkiye’nin ve kendisine biçilen konjonktürel rol icabı Bahçeli’nin muradının salt Türkiye Kürtlerinden ibaret olmadığı belli. Ortaya çıkarsa grup toplantılarında bizleri aydınlatacaktır. Tabii bir de DEM Parti’nin, dolayısıyla Türkiye Kürtlerinin, Türkiye siyasetinin aritmetiği itibariyle belirleyici olması durumu söz konusu. Son seçimler gösteriyor ki Tayyip Erdoğan’ın çeşitli manevralar ile koltuğunu koruması için Kürt oylarına ihtiyacı var. Bunun için de nobran tutumuna rağmen, gelişmeleri izleyerek süreci zımnen destekleyecektir.

Velhasıl bu daha başlangıçtır, barış yolu uzun ve meşakkatli olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi