Cote d’Azur’da Bir Sanat Gezisi

Biraz nefes almak ve farklı bir dünyanın mümkün olduğunu yeniden anımsayabilmemiz için sizi bugün Fransa’nın Cote d’Azur bölgesine götüreceğim. Ancak size elbette Nice’in plajlarını, Cannes’ın lüks mekanlarını, nerede ne yenir ne içiliri anlatmayacağım. Ya da anlattığım bazı şeyler Google hazretlerine sorduğunuzda karşınıza çıkan yerlerden olmayacak. Yapay zekâyı şimdilik işe karıştırmıyorum. Sözün özü bir sanat gezisi yapacağız. İlk durağımız Akdeniz’in bin bir tonunu resmeden Henri Matisse’in müzesi.

Akdeniz’in Ressamı: Henri Matisse

birlestirilmis-gorsel.jpg

Matisse Müzesi, Nice merkeze arabayla 10, otobüsle 20 dakika mesafede, Cimiez semtinde. Cimiez, merkezin kalabalığından uzak sakin bir yer. Aynı bölgede Chagall Müzesi de var. Zeytin ağaçları arasından girilen müzenin bahçesinde kırmızı büyük bir bina beni karşıladı. Müzeye girmeden önce bahçesinden söz etmem gerek. Çocuklar zeytin ağaçları altında koşturuyor. Bebekli anneler, yaşlılar, çalışanlar, turistler hepimiz bir ağacın gölgesine sığınıyoruz. O günlerde güzel ülkemin zeytin sahaları için meclisten bir yasa çıkarılmış, topraklarına sahip çıkan köylüler tehdit ediliyor, davanın savunucusu avukatlar mecliste yerlerde sürükleniyordu. Hadi gelin şimdi hep birlikte düşünelim: Ekmeğini toprağından kazanan, çocuklarına ev, apartman, yatlar değil bir avuç toprak bırakan ve ondan gayrı da bırakacak bir şeyi olmayan Egeli Zeynep bize ne güzel anlattı köyünü. Matisse’in tablolarına bakarken ya da zeytin ağaçları altında koşuşturan çocukları izlerken Anadolu’nun nasıl yağmalandığını görmemek ya da Zeynep’in sözlerini kulak arkası etmek mümkün değil! Akdeniz’i, zeytin ağaçlarını resmeden Matisse neler yaşadığımızı bilse Türkiye’yi nasıl resmederdi acaba?

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-01-01-1.jpeg

Başka bir dünyanın mümkün olduğunu yeniden hatırlayarak müzeye girelim. Sanatçının müzede 150 tablosu yer alıyor. Ayrıca heykelleri de var. Özellikle aşkın ve sevginin sembolü Venüs heykeli dikkatimi çekiyor. Matisse’i Akdeniz’in ve renklerin ressamı olarak nitelendirebiliriz. Tablolarında Nice’in manzarasını, masmavi Akdeniz’i, piyano çalan, kitap okuyan ya da uzanan kadınları görüyoruz. Tüm kadınlar bir odanın içinde ve odanın denize açılan penceresinden Akdeniz’i izliyoruz. Perdeler, tavan süsleri, resmettiği kadınların kıyafetleri, tüm ayrıntılarıyla düşünülmüş objeler… Bir anda resme bakıp geçmeniz mümkün değil. Çünkü ressam size öyle bir pencere açıyor ki tablonun önünde mıhlanıp kalıyorsunuz.

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-01-03-1.jpeg

Matisse’in ilk dönem yaptığı resimlerde, ışık dikkat çekiyor. Akdeniz tüm güzelliğiyle Fransız ressamı etkiliyor ve bu etki çizimlerine de yansıyor. Fransa’nın kuzey bölgesinde yaşayan ressam 1917-1954 yılları arasında Nice’de yaşamış. Uzun yıllar Nice’de otellerde kalan ve resimlerini otel odalarında yapan Matisse; İspanya, İtalya, Fas ve Cezayir’de de resimlerine devam etmiş ancak Nice’in onun üzerindeki etkisi bambaşka. Ressamın bir dönem Rus Balesi için Londra’da kostümler tasarladığını öğreniyoruz.

Henri Matisse modellerle çalışıyor. Modellerin onun yaşamında özel bir yeri var. Bazen eşi Amélie bazen de kızı Marguerite ona modellik yapıyor. Bir dönem Rus bir göçmen de Matisse’e modellik yapmış. Hatta ressam ilerleyen yaşında resmi bırakmıyor, kes-yapıştır olarak tarif edebileceğimiz farklı bir teknik geliştiriyor. Modelliğini de yapan Rus yardımcısıyla kağıtlara parça parça resimlerini yapıyor ve o parçaları büyük bir duvarda bir kompozisyon haline getiriyor. Matisse dış dünyayla iç dünyayı resimlerinde öyle bir birleştiriyor ki iki farklı alan bir bütün haline geliyor. Ressamın şu sözleri bunu net bir şekilde anlatıyor: Ufuktan çalışma odamın iç kısmına kadar olan alan, tek bir alan. Geçen tekne etrafımdaki tanıdık nesnelerle aynı alanda yaşıyor ve pencere duvarı onları iki ayrı dünyaya bölmüyor.

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-02-18.jpeg

Sanat galerileriyle dolu bir köy: Saint Paul de Vence

Cote d’Azur bölgesinin köyleri meşhur. Nice’e gideceğimi duyanlar bana hemen Saint Paul de Vence’den, Eze’den, Cagnes Sur Mer’den söz etti. Size o köylerden sadece birini anlatacağım. Saint Paul de Vence bölgenin en meşhur köyü. Chagall’ın da bir dönem yaşadığı ve eserlerinin olduğu bir köy. Saint Paul de Vence denilince ya da köye ilişkin kısa bir araştırmada hemen karşımıza Picasso çıkıyor. Bu yazıda Picasso’nun otel parasını ödemek yerine tablolarını verdiği La Colombe d’Or otelinden söz etmeyeceğim. Başka bir müzeye, Modern Sanatlar Müzesi’ne odaklanacağım.

Köyün merkezine 20 dakika yürüme mesafesinde bulunan Modern Sanatlar Müzesi doğayla özdeş bir mimarinin nasıl olabileceğinin göstergesi. Bizde Hüsamettin Koçan’ın Baksı Müzesi buna bir örnek olabilir. Müzeye geçmeden köy meydanında beni karşılayan Venüs’ü anmadan olmaz.

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-01-07.jpeg

Ressam, heykeltıraş Theo Tobiasse’nin yaptığı ‘Saint Paul de Vence’in Venüs’ü’ imzalı heykeli, aşkı ve güzelliği temsil ediyor. Venüs Yunan mitolojisinde de Afrodit olarak bilinir. Matisse de yukarıda sözünü ettiğim gibi farklı bir Venüs heykeli yapmıştı. Modern Sanatlar Müzesi’nde de sanatçı Arman’ın parçalara ayırdığı Venüs’ü göreceğiz.

Köydeki galerilerde Alman asıllı Inbar Tolla’nın insan figürleri yaptığı ve insanlar arasındaki dayanışmayı anlatan eserleri bireyselliğin bu kadar ön plana çıktığı bir dünyada ruhuma iyi geldi. Bu eserler bazen birbirine güç veren, birlikte yükselen figürler ya da yukarıya tırmananın yukarıda kalabilmesi için aşağıdakinin ona destek verdiği heykeller.

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-01-04.jpeg

Ara sokaklarda dolaşırken galerilerin yanı sıra sokaktaki heykeller de görülmeye değer. Örneğin bir ipe uzanmış, Akdeniz’i izleyen bir kadın heykeli görenleri şaşırtıyor. Tabi fotoğraf çekme telaşı da cabası.

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-01-06.jpeg

Modern Sanatlar Müzesi

Saint Paul de Vence köyünün dışında biraz yukarıda yayıncı ve sanat koleksiyonerleri Marguerite ve Aimé Maeght’in kurduğu Modern Sanatlar Müzesi yer alıyor. Marguerite ve Aimé Maeght’in bir vakıfları var ve ilk galerilerini 1936 yılında Cannes’da açıyorlar. Daha sonra 1945’te Paris’te bir galeri açıp pek çok sanatçıyı bir araya getiriyorlar. Georges Braque, Henri Matisse, Fernand Léger, Joan Miró, Antoni Tàpies, Marc Chagall, Vassily Kandinsky bu sanatçılardan sadece birkaçı. Vakıf 2022-2024 yılları arasında Saint Paul de Vence köyünde doğayla iç içe ve mimari olarak doğanın bir parçası görünümünde bir yer inşa ediyor. Müzeye girdiğiniz anda bunu hissediyorsunuz. Bahçesinde farklı sanatçılara ait heykeller sizi karşılıyor. Yokuş çıkılarak gidilen bir yer olduğu için biraz soluklanmak isterseniz bahçesinde güzel bir kafe var. Aynı mekânda küçük bir şapel de bulunuyor. Müzenin girişinde sağda ve solda bulunan küçük havuzlarda Joan Miró’nun heykelleri ziyaretçileri selamlıyor. Heykellere nilüfer yaprakları eşlik ediyor. İçeri girdiğinizde ilk alanda İngiliz sanatçı Barbara Hepworth’ün eserleri sergileniyor. Hepworth’ün eserlerinde en ilgili çekici yan sanatçının eserlerini teknoloji ve politikayla harmanlaması. Yaşamın içinden, bireylerin birbirleriyle ilişkilerine odaklanan, sanatın gücünü bireyselden bütüne yansıtan eserler bunlar.

birlestirilmis-gorsel-2.jpg

İlgimi çeken bir başka sanatçı Antibes’teki Picasso Müzesi’nde de karşıma çıkan Arman. Gerçek adı Armand Fernandez. Arman’ı araştırınca babasının antikacı olduğunu öğrendim. Mobilyalarla, eşyayla bu kadar içli dışlı olması sanatçının eserlerine de yansımış. Farklı formlarda bir bütünün nasıl parçalara ayrıldığını görüyoruz. Örneğin bir kemanın farklı boyutlarda, dilimleniş hali ya da Venüs’in parçalara ayrılmış formu… Arman’a gelecek hafta Picasso Müzesi’ni anlatırken daha çok yer vermeye çalışacağım. Yine Modern Sanatlar Müzesi’ne dönelim. Eserleri sadece müzenin içindeki bölümlerde görmüyoruz. Bahçenin her yeri sanatla donanmış. Kütüphaneye giden bölümde farklı sanatçılara ait eserler var. Marc Chagall’ın büyük duvar mozaiği de onlardan biri. Müzenin bahçesinde bulunan kütüphane araştırmacılar için biçilmiş kaftan. Uzun bir gezinin ardından heykellere bakarak yorgunluk kahvemi içiyorum.

whatsapp-image-2025-07-25-at-23-01-24.jpeg

Haftaya Marc Chagall Müzesi’ni, Nice’de Massena bölgesindeki kitapçıyı ve tesadüfen haberdar olup katıldığım, kitabını okumaya devam ettiğim İngiliz yazar, oyuncu Celia İmrie’nin söyleşisini yazacağım. Yazar kitabında gerçek bir hikâyeden hareketle Titanik faciasında gemide bulunan iki çocuğun yaşamını anlatıyor. Ayrıca haftaya bir dönem Antibes’de yaşayan Picasso’yu ve müzeye dönüştürülen yaşadığı köşkü anlatacağım. Abidin Dino’nun da bir dönem Antibes’de bulunduğunu ve Picasso’nun seramik atölyesinde çalıştığını hatırlatarak bu haftayı bitirelim. Au revoir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi