
Serap Durusoy
Ekonomi Politikasına İlişkin Sesler Yükselirken
Sayın Şimşek, iki yıl önce ekonominin dümenine oturur oturmaz Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmadığını vurgulamıştı. Şimşek, ekonomi politikasındaki yön değişimini ve politikanın konumlandığı mantığı anlatmak ve buna güven duyulmasını sağlamanın önemli olduğu saikiyle olsa gerek bu görüşünü iş dünyası ile paylaşmak ve iş dünyasının da desteğini almak için TÜSİAD yönetimiyle bir araya gelmişti. Heterodoks politikalar konusundaki rahatsızlıklarını birçok kez ifade eden patronlar kulübü, enflasyonla mücadelenin ve TL’ye güvenin birinci öncelik olmasının önemli olduğunu dile getirmiş, bunun yolunun TL’ye değer kazandırmak olmadığını, güçlü liranın ihracatı olumsuz etkilediğini belirtmişti.
Rasyonel politikalara dönüldüğü iddiasıyla geçen süre içerisinde ne yazık ki yanlış ve eksik bir ekonomik kurgu üzerine inşa edilen programa ilişkin olarak her geçen gün iş dünyasından sesler yükseliyor
Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı, son kabine toplantısı sonrası yaptığı değerlendirmede, “İş çevrelerimiz ve yatırımcılarımız kesinlikle kaygıya kapılmasın gemiyi güvenli limanlara mutlaka ulaştıracağız” yönünde bir açıklama da bulunsa da İSO başkanı Sayın Bahçıvan’ın programın hedefinden uzaklaşılıyor endişesi başladı sözlerine ek olarak “sanayicinin gücü tükendi” şeklindeki net açıklaması adeta ekonomi yönetimini uyarı niteliğinde oldu.
Öte yandan ekonomi politikasının etkin figürü olan Sayın Şimşek, Doha’da düzenlenen Forum kapsamındaki konuşmasında, “Her şey dezenflasyon için hazır, hiçbir tedavi yan etkisiz değildir” değerlendirmesinde bulunsa da yan etki, tedavi doğru ise tolere edilebilir. Nitekim ekonomik aktörlerin serzenişleri bunun tolere edilemediğini ortaya koyuyor.
Elbette ki enflasyon hedefinden uzak kalınmasının reel sektörü daha da zorlayıcı bir süreç doğurması, kurdaki dalgalanmaların sektörün rekabet gücünü azaltması ve yüksek faizden ötürü finansmana erişim zorluğu nedeniyle sektörün ayakta durması güçleşti. Bu nedenle çözümü, yurt içi alacakların sigortalanması, daha az stok tutma, bilançolarını ve nakit akışlarını yönetmek için sermaye azaltımına gitme yolunda buluyor.
Son zamanlarda kredi garanti fonuna ilişkin talepler de dile getirilmişti ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Macaristan dönüşü basın mensuplarına, “Kredi Garanti Fonunu ben de önemsiyorum. Kredi garanti fonundan tulumbaya suyu dökmekte fayda var” açıklaması, KOBİ’lerin finansman sorununu çözeceği umuduyla memnuniyetle karşılandı.
Kuşkusuz bu haftaya damgasını vuran önemli gelişme, iktidara yakın gazetede iş dünyasını memnun edecek sermayeden yana şikayetlerin dile getirilmesi oldu. Şu an toplumun her kesiminin ödediği bedelin geçmişteki negatif faiz politikasının sonucu olduğu göz ardı edilip “Ekonomide Rasyonel Çöküş” başlığı ile verilen haberde doğrudan isim verilmese dahi Şimşek'ten önceki politikalar övüldü. İki yıl önceki yaşanan keskin makas değişiminin Türkiye’yi yüksek faiz sarmalına çektiği, üretimin düştüğü ve sanayinin durduğuna vurgu yapıldı. Kurtarıcı olarak görülen şimdilerde hedefe konulan Şimşek’ten önce ekonominin düşük faize rağmen büyüdüğünü ancak bugün yüksek faiz politikasının "ekonominin önündeki tek engel" olduğu belirtilerek yüksek faizin enflasyonu düşürmek bir yana ekonomiye zarar vermeye başladığı savunuldu.
Ekonomi yönetimini hedef alan haberde üç nokta dikkati çekiyor. Birincisi haberde, üreten, ihracat yapan ve istihdama katkıda bulunan firmalar özelinde yüksek faizin, finansmana erişim zorluğu nedeniyle üretim yetersizliğine bağlı olarak enflasyonu aşağı çekmeyi zorlaştırdığı vurgulanarak faiz ve kurdaki artışa karşın enflasyonda hedeflenen düşüşün sağlanamadığı belirtildi. Yani haberde uygulanmakta olan politika sorgulanıyor gibi görünse de aslında özünde Nas’a ve irrasyonaliteye duyulan özlem var.
Öte yandan haberde, programın eksik ayağı olan mali disipline hiçbir vurgu yapılmaması, yapısal sorunların çözülemediği ve ekonomik güven zafiyetine değinilmemesi, güçler ayrımına dayalı demokrasinin yara aldığının ifade edilmemesi ve 19 Mart sürecinin uygulanmakta olan politikayı sekteye uğrattığının ifade edilmemesi maksadın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğunu gösteriyor.
Bir diğer nokta ise haberdeki eleştirinin özellikle sermaye kesimi dikkate alınarak yapılması ve her geçen gün alım gücü eriyen ücretlilerin uygulanmakta olan politikanın mağduru olduğu gerçekliğinin görmezden gelinmiş olması. Anlaşılan o ki sadece ekonomi yönetimi değil iktidar ve iktidara yakın kesimler de enflasyon karşısında ücretliden enflasyona adapte olmasını bekliyor.
Hal böyle olunca uygulanmakta olan programın yükünün ücretlilerce üstlenildiği, baskılanmasına rağmen yüksek döviz kuru ve yüksek enflasyon nedeniyle açlık ve yoksulluk sınırının altında kalan ücretlerle geçimin zorlaştığı gerçekliğine bağlı olarak, ücretlinin ücret artış talepleri hükümet kanadında karşılık bulacak mı temmuz ayında göreceğiz.