
Emre Alkin
Konuşurken Rasyonel Ama Eylemde Pek Değil…
Çeşitli ülkelerdeki gayrimenkul metrekare fiyatları üzerine yapılan bir çalışma gösteriyor ki Türkiye "yıllık gelire oranla konut alınması en zor ülke" olarak liste başı olmuş.
Metrekare fiyatı gelir oranına bakıldığında ikinci sırada Nepal, üçüncü sırada ise Hindistan gözüküyor. Endonezya, Ermenistan, Güney Kore, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Brezilya ve Şili "en kötü ilk 10" listesinin diğer ülkeleri. Bu listede bulunan ülkelerin hepsi ya az gelişmiş ya da gelişmekte olan kategorisinde yer alıyor.
Bazı ülkelerin yüzölçümü çok ufak ama nüfusu çok fazla olduğu için, bazıları inşaat faaliyetini merkeze koyup enflasyonu yükselttiği için, bazıları ise ciddi bir yabancı dalgasına uğradığı için gayrimenkul fiyatları vatandaşlarının alım gücünü aşmış durumda. Yine de bu listenin en tepesinde Türkiye'nin bulunması oldukça can sıkıcı. Bu durumun konut arzını artırmak ile değişmesini beklemek de doğru değil. Çünkü akın akın ülkeye giren göçmenler sebebiyle "affordable" yani sade vatandaşın satın alma gücüne uygun konutların fiyatı sürekli artıyor. Böyle bir talebe yetişecek konut arzını hiçbir teknoloji başaramaz.
Sadece konutlar değil, gıdadan giyime kadar her yerde göçmen ve sığınmacıların eklendiği ciddi bir talep var. Geçenlerde eşimle beraber Kabataş'tan Balat'a kadar tramvay ile seyahat ederken belki de bizden başka Türk yoktu. Tramvayın içinde turist olmadığı belli olan elinde market torbaları bulunan insan selinin içinden zorlukla indik. Büyükşehirlerin vatandaşlara sunduğu tüm konfordan mecburi ikamete gelen ve nihayetinde geri dönmeye pek niyeti olmayan insanlar yararlanıyor desem yanlış olmaz. Vapurda ve otobüste de aynı durum var.
Elbette vatandaşlar kendileri için arz edilen devlet ve belediye hizmetleri, sağlık hizmetleri vs. için para öderken yabancıların ödemiyor ya da az ödüyor olmasına tepkili. Çünkü ücretlere zam gelse de ulaştırmadan sağlığa, barınmadan gıdaya kadar hayat pahalılığına Türk vatandaşı hep yenik düşüyor. Gayet iyi hatırlıyorum, yerel seçimlere girmeden önce göçmen sorunu ve asayiş, hükümetin öncelik listesindeydi. Asayişle alakalı eskisine göre daha az şikayet olsa da, göçmenlerle alakalı giderek yükselen öfke gözlerden kaçmıyor. Maalesef bu durum ülkemize tahsil görmeye gelen gençlere de sirayet ediyor. Tüm dünyada hızla yükselen yabancı düşmanlığını tahsil görmeye gelen gençlerden uzak tutmanın bir yolunu bulmak lazım.
Şunu kabul etmek gerekiyor ki 2018'den beri bıçak sırtında giden ekonomiye can suyu veren hep yabancılar oldu. Özellikle metropollerde kredi kartı harcamalarının neredeyse yarısı onlar tarafından yapılıyordu. Ancak son 1,5 yıl içinde Türkiye hem Avrupa hem de Ortadoğu standartlarının üzerine çıkan bir pahalılık yaşıyor. Dolayısıyla yükselen fiyatları durdurmanın yolu konut arzını artırmak değil, aksine şu an uygulanan reçeteyi değiştirerek refah artışını sağlayacak yepyeni bir reçeteye geçmek olmalı.
Başkasının parasına güvenmek yerine onu kaldıraç olarak kullanıp vatandaşların refahını artırmış olsaydık, şu an bu derece hayat pahalılığı içinde olmazdık diye düşünüyorum. Türkiye'nin en önemli sorunu içinden geçtiği geçici süreçlerden nasıl çıkacağına dair bir planlama yapmaması. "Dur bakalım sonra bakarız" diyerek önemli fırsatları kaçırıyoruz. Yabancılara konut satarak vatandaşlık verip onlara oldukça ciddi para kazandıran sistemden şimdi doğrudan doğruya dolar bazında para kazandıran başka bir sisteme geçtik.
Bu arada açıklanan bütçe gerçekleşmeleri, kamunun rekor düzeyde harcama yapıp açık verdiğini gösterirken, harcama kalemlerindeki şeffaflığın da ortadan kalktığına işaret ediyordu. Şu anki ekonomi yönetimi öncekilerden farklı davranmadığını böylelikle bir kez daha gösterdi. Söylemler belki kulağa teknik ve rasyonel geliyor ama eylem ve sonuçlar pek öyle değil.
Kapsamlı revizyon ihtiyacını her gün daha fazla hissediyoruz desem yanlış olmaz.