
Pelin Batu
Lirik bir ilham perisi: Susette Gontard
Dante’nin Beatrice’si, Petrarca’nın Laura’sı, Shakespeare’in esrarengiz “dark lady”si, Baudelaire’in Jeanne Duval’i ve daha pek çok ilham perisi…
Edebiyat tarihinin nice şairi aşık oldukları insanlar için dünyanın en güzel şiirlerini ve trajedilerini kaleme almış, belki de kavuşamamanın yaktığı ateş sayesinde öldükten yüz yıllar sonra Shakespeare’in dediği gibi ölümsüzlüğü yakalamışlardır.
Doğu’da Leyla ve Mecnun’dan Ferhat ve Şirin’e, Batı’da Hero ve Leandros’tan Romeo ve Juliet’te edebiyat ve mitolojide yıldızları barışmayan aşıklar belki de kavuşamadıkları için aşkları baki kalmış dolayısıyla yazılmış, yazılmış ve hala yazılıyorlar.
Sayısız örnek arasından bana en çok dokunanlardan birini anlatacağım size bugün.
Dünyada en sevdiğim şairlerden biri olan Friedrich Hölderlin’i ve biricik Susette’ini.
EN GİZEMLİ KADIN FİGÜRÜ
“Alman romantik şiir” dünyasının en gizemli kadın figürlerinden Susette, bugün, yani 8 Şubat 1769’da doğmuştur. Hölderlin’den bir yaş büyüktür. Tanıştıklarında, Susette 26 yaşında, kendinden yaşça bir hayli büyük olan bankacı Jakob Friedrich Gontard ile evlidir.
Neredeyse günümüze kadar açık kalmış olan bu özel bankanın kurucusunun özel malikanesinde yaşayan ailesinin şanslı çocuklarına ve Susette’in kendisine Roma tarihi, coğrafya ve Almanca dersi vermek için tutulan 25 yaşındaki Hölderlin bu konakta yaşamaya başlar. Yılda 300 Gulden maaş alır.
Çok geçmeden Susette ve Hölderlin duygusal anlamda yakınlaşmaya başlar ve bu herkesin herkesi tanıdığı zamane Frankfurt’unda konuşulmaya başlar.
AŞKINI UNUTAMAZ
Böylelikle Hölderlin 1798 yılında evden sepetlenir. Hölderlin bedbaht bir şekilde Bad Hamburg’a 20 km uzaklıktaki bir arkadaşının yanına gider fakat Susette’i bir türlü unutamaz.
Eflatun’un aşkın doğası üzerine kaleme aldığı Sympozyum’undaki Diotima karakterinin ismini Susette’e hitap etmek için kullanarak 18. yüzyılın en ihtişamlı lirik şiirlerini yazmaya başlar.
1789-1800 yılları arasında yazdığı “Diotima” şiirleri Alman edebiyatının en dokunaklı şiirlerinin başında gelir. Ama sadece şiir yazmak yetmez.
Hölderlin ve Susette mektuplaşmaya başlar.
O da kesmez.
Hölderlin her ayın ilk perşembesi arkadaşının evinden yola çıkıp yaklaşık dört saat yürüyüp Gontard Ailesi’nin yazlığının oraya gelip Susette ile buluşur. (Günümüzde Frankfurt ve Bad Hamburg arasındaki 22 kilometrelik bu rota unutulmaz aşklarını yad etmek adına “Hölderlin pfad” (Hölderlin path/patikası) olarak Hölderlin’in büstünün resmiyle işaretlenmiştir. Dilerseniz eski insanlar aşları uğruna ne yollar kat etmiş diye düşünerek bu yürüyüşü yapabilirsiniz).
KAHREDEN AYRILIK…
Gontard’ların yazlığına gidip gelerek antik Yunan feylesoflarını ve trajedilerini uyandıran şiirler yazmış olan Hölderlin, aşık olduğu kadını ayda bir de görse mesuttur. Fakat Susette 22 Haziran 1802 yılında daha 33 yaşındayken su çiçeğine yakalanır ve ölür.
Hölderlin ölüm haberini aldıktan sonra bir daha asla aynı olmaz. Kendine bir türlü gelemez.
Şizofreniye benzer bir teşhis koyulduğunda 32 yaşındadır.
Akli dengesini yitirdiği için arkadaşları onu 1806 yılında Tübingen’e yakın bir hastaneye yatırılır. Bir buçuk yıl boyunca bu hastanede tutulduktan sonra umutsuz vaka teşhisi konularak Ernst Friedrich Zimmer adlı bir marangozun evinde üst kattaki odalardan birine yerleşir. Ömrünün geri kalan 30 yılını bu “sarı oda” denilen yerde geçirecektir.
Üç binden fazla şiir yazmış, Grek trajedilerini mükemmel bir şekilde çevirecek, yine Susette’ten aldığı ilhamla Hyperion isimli bir roman yazacaktır.
Hayatının 30 yılı bu şekilde sürekli piyano çalıp okuyup yazarak geçiren Hölderlin’i yaşadığı müddetçe kimse pek saymaz.
Öldükten sonra yazılarının değeri anlaşılınca etrafında pek çok efsane inşa edilir. Kaldığı sarı odaya “Hölderlin Kulesi” ismi verilir ve rivayet edilir ki kulesinin altından akan Neckar Nehri kulenin önünden geçerken Hölderlin’e hürmetinden daha yavaş akmaya başlar.
SUSETTE’İN KAYIP İZİ
Susette’imize gelince, onun izine genç yaşında vefat ettikten sonra hiç rastlamayız. Mektupları imha edilmiş, mezarı bile meçhuldür.
İhtişamlı evleri müze olmuş, o da 18. Yüzyıl Diotiması olarak Alman dünyası tarafından yıldızlaşmıştır.
Günümüzde bu şatoyu andıran ev müze olduğu için aşlarını merak edenler ziyaret edebilir.
Hölderlin’e gelince, o yaşadığı dönem bir Mecnun muamelesi görüp küçümsenmişti. 20. yüzyılın başlarında yeniden keşfedildikten sonra da Alman edebiyatının en içli ve güçlü yazarlarından biri olarak kabul görür. Bugün Göethe ile benzer bir tahta oturtulmuş, sadece kendi yazdığı özgün eserler değil, Sophokles vb. oyun yazarlarından yaptığı çeviriler de alkışlanır.
SEVDİĞİN SÜRECE…
Sevgililer gününü hiç kutlamamış, tüketim çağının bir yan ürünü olarak okumuş bendeniz, yaşanmış hikâyeleri okudukça içim parçalanır, ruhum yükselir, şiir yazasım gelir.
“...İçimde titrek pırıltısı korkunun/ ama inanamam öleceğine/ sevdiğin sürece” diye sayıklarım Hölderlin gibi ince ruhları yad ederek.