Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Ölmüş Adamlar Kahvesi

Bir gün oturuyoruz, yine…

Bu defa yalnızım ama etrafımda her zamanki tayfa; çay içeni, okey oynayanı, elindeki cep telefonunun ekranından gözünü alamayanı… Bu kadar genç insan, ben dahil, işsiziz. Burada zaman öldürüyoruz sanıyoruz oysa zaman, bizim her kaygılı iç çekişimizde bile acımıyor; öldüren o. Derken kapıya yakın, hatta kapının arkası diyebilirim, hani kendisini gizler gibi oturmuş bir adamı fark ettim. Aha! Yeni bir işsiz! Elinde bir kâğıt var, ona bakıyor alçak sesle okuyor.

İskemlemi aldım, yanına gittim. Sordum, “Oturayım mı?” Başıyla “Olur” dedi. Varlığım, elindeki listeyi alçak sesle okumasına engel değildi. Dinledim. “Genel sanayi üretimindeki büyümeyi göz ardı mı etseydim yani. Askeri üretim rakamları, harcama rakamları ortada.” Başını kaldırdı, bana baktı, onay istiyor gibiydi. Dinledim, sadece. “Barış antlaşması asker sayısını yüz binle sınırladı ama işte burada her şey. 16 yılda orduyu üç milyon askerlik ordu yapmış. Yetmemiş, yılda yüz tank üretirken sayıyı bin dört yüz tanka çıkartmış.” Elindeki kâğıdı bana doğru uzatarak, “Savaş uçağı rakamına bak!” Baktım. Okudum yüksek sesle; “O yıl 36 uçakmış, 6 yılda sekiz bin iki yüz adet savaş uçağına yükselmiş…” Başımı kâğıttan kaldırıp yüzüne baktım, “Abi sen ordudan mısın?” Keskin bir bakışla, “Hayır” dedi, “Gazeteciyim”.

İşsiz bir gazeteci, diye geçirdim içimden.

“Bu sayıları nerden aldın, abi?” diye sordum. Gazeteci kaynağını asla söylemezmiş. Ölse söylemezmiş. O zaman ben de “Davalık mısın?” diye sordum. Yüzüme baktı acı acı. Derken öksürük tuttu, cebinden kumaş mendilini çıkarttı, ağzını, burnunu sildi. Sordum, “Ihlamur söyleyeyim mi sana?” Başıyla “Olur” dedi yine. Çaycıya seslendim. O da “Olur” dedi, başıyla. Hepimizin arasında dalgalanan olumluluklar öylece havada asılı kaldı. İyi bir şey… Öksürüğü dinmişti.

Elindeki listeden devam etti, “Şu uçaksavar sayısına bak! MG 34 dediğine bak! Makineli tüfek bu. Hem de ağır makineli tüfek. Buradakiler de avcı uçakları. Şunlar bombardıman uçağı sayısı. Artışı görüyor musun?” “Evet”, dedim. Sordu, “Bu bilgilerin paylaşılmasında kamu yararı yok mu!” Bekletmeden cevapladım, “Olmaz mı? Var, elbette.” “Bu adamlar bir savaşa hazırlanıyordu, halkın parasıyla, halktan gizli olarak” dedi. Ekledi, “Dünyanın da haberi yoktu”.

Çaycı ikinci limonataları biz istemeden bıraktı, uzaklaştı. Eğildim ve merakla sordum, “Abi sen kimsin?”

Yukarıda yer alan mekân, zaman ve diyaloglar hayal ürünüdür. Bilgiler doğrudur. Öksürük dahil.

Yukarıdaki gazetecinin adı Carl von Ossietzky’dir. 1929 yılında Almanya’nın “Die Weltbühne” (Dünya Sahnesi) dergisinde -ki derginin editörü kendisidir- ülkenin gizli gizli yürüttüğü silahlanma programını ifşa eden bir makale yayımladı. Askeri sırları ifşa etti, dolayısıyla ‘Vatana ihanet etti’ diye suçlandı. Davası 1931 yılında görüldü ve 18 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çıkınca yaklaşmakta olan savaşa karşı yazılar yayımlamaya, halkta farkındalık yaratmaya devam etti. Derginin diğer yazarları da susmadılar. Nazi Almanya’sının yayılmacılık, istilacılık hayalleri kurduğu, bunu gittikçe artan silahlanma bilgileriyle destekleyen yazılara devam ettiler.

Ossietzky ve derginin diğer yazarları sürekli olarak Gestapo’nun takibindeydiler. Sonunda 1933’te Nazi rejimi dergiyi kapattı. Aralarında Ossietzky’nin de bulunduğu birçok yazar tutuklandı. Bir kısmı sürgüne zorlandı. Sadece Ossietzky toplama kampına gönderildi. İşkence gördü, kötü muameleye maruz kaldı. 1936’da toplama kampında verem oldu. Tedavi için başında muhafızlarla hastaneye yatırıldı. Aynı yıl Nobel Barış Ödülü’nü kazandı ama Hitler ödülü almaya Oslo’ya gitmesine izin vermedi. 1938’de, 49 yaşında hastanede öldü, Ossietzky.

Bir yıl sonra Nazi Almanya’sı İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı.

Bir söz vardı… Neydi? Tarihin tekerrür etmesiyle ilgili: İlki trajedi ikincisi aptallık mıydı… Hem de göz göre göre.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi