Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Trump’ın Nobel Ödülü

Gülmeden ve ciddi bir ifadeyle yazmak istiyorum.

Zihnimde beliren smokinli Trump’ın Stockholm’de ya da Oslo’da, nezih bir salonda hindi gibi kabarması görüntüsünü defetmem lazım, ciddi olmak için. Defedemezsem zihnim canlandırmaya devam edecek. Alnındaki kas yukarı kalkıyor, içinden “Tanrım yine haklıyım” diyor, mesela. Dudaklarında kibirli gülümseme ama büzülüyor da. Hele o gözler! Gözbebekleri hafifçe büyüyor, muhtemelen evren ona mesaj veriyor, “Hazır mısın, bak daha fazla ilgi geliyor, hazır ol, kucakla, yut, arada havada sektir!” Turuncuya boyalı suratı Orangeglo karpuzu gibi… Yalarsan tuhaf bir tat.

Hegemonik Kerata

Kendisini Nobel’e layık görecek kadar narsistik, dünyayı bir işletmenin bilançosu gibi görecek kadar ticari, kamusal alanı tek bir patronun şirket içi genelgesine çevirecek kadar haddini bilmez… Onun ne yaptığını iletişim bilimlerinin soğukkanlı jargonuyla okumak gerekirse: Trump, ikna stratejilerini bir hegemonya aracı olarak kullanıyor. Üstelik bu strateji, Chicago Okulu’nun klasik liberalizminden çok daha ileri, belki de onun karikatürü.

Verimsizlikler

Farkında mısınız bilmiyorum, Trump’ın politik iletişimi boş bir çerçevelemeden oluşuyor. Gerçeği olduğu gibi ifade etmek yerine, kendi lehine bükerek yeniden paketliyor. Göçmenler? “İşgalci”. Medya? “Halk düşmanı”. Yargı? “Cadı avcısı”. Amerikan halkı kendisi için çizilen bu anlam haritasında ne yapar, nasıl yapar bilmiyorum. İlgilenmiyorum. Ama Trump’ın karmaşık toplumsal sorunlara bir patronun çözmesi gereken “verimsizlikler” olarak bakması dünya için hele bizimki gibi ülkeler için bir felaket habercisidir.

Siyaset Anlayışı

20 küsur yılını patronların yakınında geçirmiş biri olarak onların çalışanlarından aslında fikir üretmelerini değil emirleri uygulamalarını beklediğini söyleyebilirim. Trump’ın siyaset anlayışı da tam olarak bu. Demokratik çoğulculuk onun gözünde şirket toplantısında gereksiz uzayan fikir alışverişinden farksız. İşte bu yüzden basını itibarsızlaştırır, kurumları devre dışı bırakır bu patron tipi liderler. Her eleştiri bir “hainlik” göstergesidir. İletişim teorisinde “tek kanallı hegemonik söylem” diye bir şey var: Mesajın tek kaynaktan, tek tonda ve sorgulanmadan dolaşması. Bu strateji belki kısa vadede güçlü gibi görünür ancak uzun vadede toplumsal zekayı çoraklaştırır. Çünkü fikirlerin çarpışmadığı yerde hakikat de büyümez.

Hallaç Pamuğu

Nerede yetişiyor bu adamlar, kadınlar topluluğu… Dünyayı hallaç pamuğu gibi atıyorlar... Beraber oyun alanları yaratıp sonra da arkalarını dönüyorlar. NATO bir sözleşmeden ibaret oluveriyor. Paris İklim Anlaşması bir fatura (öderim, ödemem bana kalmış bir fatura). Birleşmiş Milletler bir “gereksiz masraf”. İnsan hakları ihlalleri ticari ihalelerin bir dipnotu olarak kendine yer buluyor. Otoriter rejimlerle dostluk ise “pazar payı” gereği… Bu kadar basit. Acı olan, aşırılıkların, kudurmaların sıklığı karşısında her şeyin nasıl sıradanlaştığını görmemiz. Trump Nobel Barış Ödülü’nün kendisinin hakkı olduğunu söylüyor. Söyler. İster. Filistin halkının toprağını, ülkesini emlak fırsatı, insanını parya olarak değerlendiren biri her şeyi söyler, ister.

Belki de Trump gerçekten bir Nobel hak ediyordur. Ama barış için değil, iktidarının pazarlama dehası için. Demokrasi çağında (evet, hala öyle) “patron söylemi”nin nasıl bu kadar kolay alıcı bulduğunu gösterdiği için.

Yazımdaki Trump öznesi yerine başka bir lider öznesi koyun. Yazı tıkır tıkır işliyor. Gelsin Nobeller. Bir cumartesi eğlencesi olsun, ailecek oynayın.

İyi hafta sonları…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi