Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Laf Salatası

Böyle giderse tüm o muhalif televizyon kanalları iktidardan ziyade seyircinin zekasını tüketmeye aday. Geceyi sabaha bağlayan meşhur “beş saatlik panel maratonları”nın moderatörleri (onlar için program kolaylaştırıcıları gibi tuhaf bir tabir de kullanıyoruz) görünüşte son derece profesyoneller ancak programın başlamasından sonraki ilk on beş dakikada eldeki malzemeyi tüketmiş bir durumdalar. Gün boyunca “son dakika” haberlerin uyuşturuculuğundan kendilerini alamıyorlar herhalde, bizim gibi. Dolayısıyla da akşamki programa derinlikli hazırlanamıyorlar.

Bu “kolaylaştırıcılar” önlerinde serili koskoca beş saati nasıl dolduracaklarının kendilerince bir çözümünü bulmuşlar sanıyorum. Kendi beyinleri patlamıyor ama biz izleyenlerinkini çekirdek ve sapından ayırıp önceden ısıtılmış fırına yatırıyorlar. Bazıları konu başlığı sunarken lafı yeniden ve yeniden üretiyor. Mesela aynı şeyi farklı kelimelerle tekrar ediyor. Ayrıca bir retorik dolgu durumuna da maruz kalıyoruz. Yani içerik katmayan ama süslü püslü duran tekrarlar… Konuk katılımcıya “Çok güzel bir noktaya getirdiniz, buradan hareketle” deyip bağlamı kurulmamış ve tamamen farklı bir konuya zıplama mesela. Bitmiyor, devamı var. “Kolaylaştırıcıların” ya da moderatörlerin hemen hepsinde bir “laf kalabalığı” yapma alışkanlığı var ki izleyicide tren raylarına şöyle uzanıp yatma arzusu uyandırabiliyor. Hatta yastık niyetine balast taşlarını kullanabiliriz. Çapraz bağlarımıza da iyi gelir.

Tüm bu yeni bilgi getirmeyen tekrarlar, sabit kalıp cümleleri, içerik açısından boş kalıplar, özgün gibi sunulan ama aslında kalıbın içinde dönüp dolaşan fikirler, katılımcıların yorumlarından parçalar alıp bunları yeniymiş gibi birleştirmeler (bazen hatalı birleştirmeler üstelik!) beş saatlik bir tartışma programında reklam verenlerin (sermayenin) şanı yürüsün, biz işimize bakalım sonucuna vardırıyor insanı. Oysa ülkemizin hali cehennem kapısı gibi (Heykeltıraş Rodin’nin bitirmediği eseri). Aklın kabullenemediği, bedenin kaldıramadığı zulüm ve acılar karşısında kırılganlaşmış ve yok olmaya giden yolda adım sıralıyor.

Televizyon ekranlarında aynı yüzler, aynı sorular, aynı nefeslerle yinelenen “Peki erken seçim olur mu?”, “Buradaki büyük resmi nasıl görüyorsunuz?”, “Deneyimli bir siyasetçi olarak size sormak isterim”… Sanki izleyicinin gazını almak için kurulmuş bir fabrika: Çok ses çıkartıyor, gürültü yapıyor ama ortada ne ışık var ne de ısı. Habercilik değil, daha çok toplu terapi seansı yapılıyor gibi geliyor bana. Sonunda hedefe varılıyor, izleyici rahatlıyor (beynini moderatöre aldırmış çünkü), konuklar anlatıyor, herkes “İyi ki muhalefet var” diyerek uykuya dalıyor.

“Kolaylaştırıcı”ların ya da moderatörlerin boy gösterdiği haber kanallarında değişmeyen şey, gerçek gazetecilikten uzaklaşıldıkça “muhaliflik” durumuyla yetinilmesidir. Soru sormak var ama hesap sormak yok. Konuk var ama tartışma yok. Eleştirel düşünce yok, sadece alışkanlık var. Ve izleyici, her gece aynı ritüele bağlandıkça “bir şeyler oluyor” zannediyor.

Ben moderatörlerin yerinde olsam her akşam aynı soruyla başlarım ve belli aralıklarla yinelerim. Soru: “Ülke elden gidiyor mu?”

Konukların cevabı hep aynı: “Gidiyor ama halk uyanıyor!”

İçerik sıfır, heyecan tavan.

Aklı öldüren cehalet değil, boş işlerin tekrarına gömülmek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi