Bahattin Yücel

Bahattin Yücel

Milletin efendisi köylü mü, müteahhitler mi hangisi?

Türkiye’nin ciddi bir ekonomik krizin içinde olduğu, önümüzdeki kısa dönemde artan yoksulluk nedeniyle, çalışanların yarıya yakın bölümünün temel ihtiyaçlarını karşılamakta çok zorlanacakları anlaşılıyor. AKP’nin 20 yıllık iktidarının ilk yıllarında dünyada para bolluğu yaşanırken faizler negatife dönüştü. Süreç içinde görece yüksek faizler ödenerek sağlanan kaynaklarla, ithalata dayalı hormonlu büyüme döneminin sonuna gelindiği ortada. Üstelik küresel ısınma yüzünden hissedilir ölçülerde artan kuraklık nedeniyle, temel gıda maddelerinin üretimi sürekli azalıyor.

Bu aşamada iktidarın başvurduğu önlem; faizlerin düşürülmesi. Sonuçta artan kurlarla ortaya çıkan kaosun temel nedeni ise AKP’nin ısrarla sürdürdüğü, inşaata dayalı, yapay büyüme modeli.

Ne yazık ki, iktidarın gündemine giremeyen verimlilik ve üretim artışı, muhalefetin eleştirileri arasında yer almıyor. Muhalefet partileri de seçmene “balık tutmayı öğretmek yerine, balık vermeyi” vadediyorlar.

İktidarın inşaat tutkusu eski bir geleneği anımsattı. Müslüman evlerinde yeni doğan çocuklara isim verilirken izlenen, geleneksel yöntemlere günümüzde pek rastlanmıyor. Baba ya da ailenin büyüğü, yeni doğan bebeği -genelde- doğumdan yedi gün sonra kucağına alarak, yüzünü kıbleye döner. Sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kamet okur ve adını fısıldar, ardından “şefaat ya resul Allah” diyerek, Peygamber’den yardım diler. Çocuğa verilen isim evdeki Kuran’ın arka sayfasına yazılır ve tarih düşülürdü. AKP’nin 20 yıllık iktidarında her ölçekte kamu kaynaklarından beslenen bazı müteahhitlerin, doğumlarının ilk haftasında kulaklarına “inşaat ya resul Allah” cümlesinin fısıldandığına hiç kuşku yok.

TÜİK verilerine göre 2019 yılında inşaat sektörünün GSYH içindeki payı %7,2 oranında gerçekleşirken, tarım; balıkçılık ve ormancılık sadece % 6,4’lük pay alabilmiş. İktidar hiçbir şey olmamış gibi davranırken, muhalefet partileri de tarımdaki gerilemenin nasıl çözümleneceğine ilişkin, köktenci değişiklik önerileriyle kamuoyunun karşısına çıkamıyorlar. Oysa iklim değişikliklerine dayalı ısınma yüzünden, kısa sürmeyeceği anlaşılan bir kuraklık döneminin yaşanacağı gerçeği ile karşı karşıyayız.

Son günlerde gündeme gelen buğday bu anlamda çarpıcı bir örnek. TMO içerideki üreticiye düşük fiyat verirken, azalan üretim yüzünden dış alımlara dünya fiyatları üzerinden ödeme yapmak zorunda kalıyor.

AKP’nin tarım sektörüne yaklaşımı enflasyona endeksli olduğu için örneğin yerli üretim buğdaya, ton başına 2.450 lira fiyat belirlenirken TMO’nun bulunduğumuz yıl eylül ayı sonlarında ithal buğdaya ödediği fiyat 336 ABD Doları. Kendi çiftçimize ödenenden 800 lira daha fazla. Böylece enflasyonun düşük tutulacağı sanılıyor.

Çiftçinin maliyetlerini yükselten gerçek etken ise kamu harcamalarının finansmanı amacıyla, sürekli artırılan ithal ürünlerden alınan vergiler. Kuşkusuz tarımda kullanılan ilaçlar, tohum ve destek ürünleri ile yakıt satış fiyatlarına neden olan bu uygulama yüzünden, üreticiler iflasa sürükleniyor.

Türkiye salt tarımda değil hemen her alanda, kamu finansmanı sağlamak amacıyla girdiği vergi sarmalından bir türlü kurtulamıyor.

Bir örnek verelim.

Buğdayın geniş halk kitlelerinin beslenmesindeki yerini söylemeye gerek yok. Önümüzdeki birkaç yılda verimlilik açısından sorun yaşayacağımız ürünlerin başında yer alması doğal. Üstelik yurtdışından ithalat olanağının, artacak uluslararası talep nedeniyle zorlaşacağı da ortada.

Bu durumda özellikle muhalefetteki siyasal partilerimizin köktenci bir çözümü gündeme getirmeleri acil hale geliyor. Tarımdaki değişimin olmazsa olmazı; verimliliğe odaklanmak. Özellikle buğdayda uluslararası ölçekte verim alabilmek yeterli sulama sağlanmasına bağlı.

Örneğin Konya’da yıllık ortalama yağış miktarı 36 metreküp/dekar düzeyinde iken, buğday üretiminde yeterli verimlilik sağlanması için gereken su miktarı 67 metreküp. Bu durumda dekar başına 30-31 metreküp ek su kaynağı sağlanması zorunlu.

Konya’daki ekilebilir toprakların yıllık ortalama 7 milyon dekarı buğday üretimine ayrılıyor. Bu koşullarda yağış sonrası ihtiyaç duyulan su miktarı 7 000 000 dekar*31 m3=217 milyon metreküpe ulaşıyor. Yeterli su sağlanması halinde, Konya’da dekar başına ortalama ürün 550-600 kilograma yükselecektir. Bu proje gerçekleştiğinde sadece Konya’da dekar başına sağlanacak artış, Türkiye’nin buğday ithalatını büyük ölçüde düşürecektir.

Gerekli sulama kapasitesini sağlayacak kapalı devre dağıtım şebekesi ve iletim hatlarını projelendirmek, muhalefetin gündeme getirmesi gereken önemli bir konudur.

Tarım konusunu Atatürk’ün unutulmaz deyişiyle sonlandıralım: “Köylü milletin efendisidir.”

Not: Bugün Büyük Atatürk’ün sonsuzluğa uğurlanışının 83. yıl dönümü. Her geçen gün onun açtığı yolda yürümenin önemi daha fazla artıyor. Saygıyla anarken, Garanti Bankası’nın hazırlattığı 10 Kasım filmini gözlerimiz yaşararak izlediğimizin altını çizerek, yönetici ve emeği geçenleri kutluyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bahattin Yücel Arşivi