Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Mutlak gücün korkusu

İktidarlar ölümün bile ritmini ayarlamak ister.

Bu yüzden tarih kimi ölümleri geç duymuştur.

Timur seferde öldüğünde ordunun haberi olmadı ve günlerce sanki liderleri hayattaymış gibi sefere devam etti. Sanki Timur’un gezici çadırı içinde o çoktan soğumuş bedeni yokmuş gibi ve hala emir veriyormuş gibi… Bir anlığına durmak bile ordunun çözülmesine yetecek kadar tehlikeliydi. Belki de korkudan daha hızlı yayılan tek şey, iktidarın hissettiği o ani boşluktur.

Ankara Savaşı’nda yenilip Timur’un eline esir düştü, Yıldırım Bayezid. Onun esarette ölümü de benzer bir karanlığa gömüldü. Duyulursa Osmanlı’nın kardeş kavgası hemen başlardı. Bu nedenle Beyazıt’ın ölümü güvenlikli bir oda aralığında saklandı. Ortaya çıkaracağı kargaşa ihtimali ertelenmiş oldu.

Lenin ve Stalin’in ölümünde de aynı refleks işledi. Bir-iki saatlik belirsizliğin bile kocaman ülkeyi nereye savuracağı hesaplandığı için ölümün saatini siyaset belirledi. Tıbbi raporların uyuşmazlığı bir gerçeğin altını çiziyor: Güç, beden toprağa düşse bile düşmemiş gibi yaparak ölümün olası etkilerini kontrol altında tutmak demek.

Eski Mısır medeniyetinde firavun ölünce ritüeller hemen başlıyordu ama halkın haberdar olması için yeni firavunun tanrıyla “buluşması” gerekiyordu. Yani ölüm, bir insanın sonu olsa da devletin takvimine göre açıklanıyordu. Her şeyden önce “düzenin” ve çıkarların korunması lazım. Çünkü düzen yaşayanlardan çok ölülerin mirasıyla devam edecek!

Peki neden saklanır ölüm?

İktidarların gerçek yüzünü gösterdiği için mi?

Hükümdar ölürse belki de devlet sarsılır…

Belki asker tereddüt eder…

Belki saray bölünür…

Düşman, “tam sırası” diye beklemektedir, belki de.

Halk, gücün de ölümlü olduğunu anlar. Ve hiçbir güç kendi ölümlülüğünün ilan edilmesini istemez.

Bu yüzden tarih boyunca ölüm önce odanın duvarlarına çarpar ve dışarıya ancak karar verildiğinde çıkar. Çıkana kadar aynı karanlık cümle dolaşır, “Henüz değil şştt! Susun!”

Hiçbir iktidar ölümü engelleyemez. En fazla, haberin hangi saatte duyulacağını seçebilir.

Demokrasilerde ölüm saklanmıyor. Lider ölür, gazeteler basılır, meclis kürsüsünde saygı duruşu olur, devlet devam eder. Burada ölüm bir kriz değildir, sadece bir dönüşümdür. Kimsenin güç boşluğu korkusuyla kapıları kilitlemesine, raporları geciktirmesine gerek olmaz. Çünkü demokrasilerde iktidar bir kişide toplanmaz, dağılır. Dağıldığı için de çökmez. Mutlak güç ölüm karşısında titrerken, paylaşılmış güç ölümü sıradanlaştırarak aşar.

Demokrasiyi savunmak bir ideoloji meselesi değil, aslına bakarsanız. Ondan çok daha basit bir şey: İnsan kendi sesinin duyulduğu bir düzenden vazgeçmemeli. Demokrasi gücün bir elde toplanmasını engeller, evet, biliyoruz. Hatırlamamız gereken, “yanlış yapma, düzeltme, yeniden başlama” hakkı tanıyan tek rejim olduğu… Kırılgandır, doğru ama onun için değerli. Tartışmalı olduğu için yaşar, demokrasi. Eleştiriye açık olduğu için büyür.

Ve belki de en derin gerçek şudur: Demokrasi kusurlarıyla birlikte bizi hayatta tutan bir umut biçimidir. Onu savunmak birbirimizi yarı yolda bırakmamaya söz vermektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi