
Emre Özpeynirci
Önce uyardı sonra ayrıldı!
LUCA de Meo, son yılların en parlak otomotiv yöneticilerinden biri. Fiat’tan VW’ye, Seat’tan Renault’ya uzanan kariyerinde her girdiği markaya bir ruh, her dokunduğu modele bir hikâye kazandırdı. Ancak geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama, sadece Renault’dan değil, tüm otomotiv dünyasından ayrıldığını ilan etti. Gidiyor, hem de lüks moda devi Kering’e… Kimi bu kararı kişisel bir kariyer tercihi olarak okudu. Oysa satır aralarında çok daha fazlası var. De Meo aslında giderek daralan, kendi kendini boğan Avrupa otomotiv sanayisine bir tür veda mektubu yazdı. Belki de en sertinden: "Uyarımı yaptım. Dinlemediniz. Artık bu savaş benim savaşım değil."
LOKOMOTİF YÜK VAGONU OLDU
Avrupa’da otomotiv sektörü uzun yıllar boyunca sadece istihdamın değil, sosyal refahın, teknolojik ilerlemenin ve bölgesel kalkınmanın motoruydu. Bugünse o motor tekliyor. Çünkü AB’nin çevre dostu ulaşım hedefleri uğruna devreye aldığı regülasyonlar, artık birer sanayi politikası değil, sektöre yük haline geldi. Sıfır emisyon hedefi kağıt üstünde kulağa hoş gelse de, gerçek hayatta küçük ve uygun fiyatlı otomobilleri öldürüyor. De Meo’nun ifadesiyle, "Bugünkü kurallar büyük ve pahalı araçlar için yazılmış. Küçük otomobili yaşatmak istiyorsak, ayrı düzenlemeler şart."
2030’DA CLIO BİLE LÜKS OLACAK
De Meo'nun verdiği örnek çarpıcıydı; 2030’a kadar bir Clio’nun üretim maliyeti %40 artacak. Üstelik bu artışın %92,5’i yalnızca regülasyonlardan kaynaklanıyor. Bu, tüketici daha güvenli ya da konforlu bir araç alacak diye değil; daha fazla belge, daha karmaşık donanım, daha ağır batarya zorunluluğu nedeniyle gerçekleşiyor. Yani AB regülasyonları bir anlamda orta sınıfın otomobile erişimini sessizce yasaklıyor.
Luca De Meo, 2030 yılına kadar Bursa'da üretilen Renault Clio’nun maliyetinin %40 artacağını, bunun da %92,5’inin sadece düzenlemelerden kaynaklanacağını söylemişti.
KÜÇÜKLER AVRUPA’YI ÇÖKERTİR
Bu uyarı sadece De Meo’ya da ait değil. Stellantis Grubu’nun başındaki John Elkann da aynı tonda konuşuyor. İki liderin kısa süre önce Fransız Le Figaro gazetesine yaptığı ortak açıklama, bir yöneticinin basın demeçlerinden çok, bir endüstri manifestosu gibiydi; “Eğer küçük otomobilleri yaşatacak yapılar kurulmazsa, bu sadece üretim daralması değil; sosyal çöküş, fabrika kapanmaları ve kimlik kaybı demektir."
Avrupa Birliği’nin kendi üreticisini cezalandıran, Çin ve ABD gibi küresel rakiplerine karşı savunmasız bırakan bu regülasyon yaklaşımı, aslında endüstrinin kalbinden yükselen bir çığlığa dönüşüyor.
Sessiz bir protesto
Tam da bu noktada, De Meo’nun ayrılığı sadece “pozisyon değiştirme” değil, sistemden bir çekilme, bir sessiz isyan gibi okunmalı. Çünkü Renault gibi kitlelere ulaşan bir markanın lideri olarak, Avrupa’nın regülasyon yükünü taşımanın artık sürdürülebilir olmadığını bizzat deneyimledi. Kering’e geçişi bir kaçış değil, bir mesaj: "Yaratıcılığın, karar alma hızının ve öngörülebilirliğin olduğu başka sektörlerde hâlâ nefes alınabiliyor."

Sistem krizinin resmi
Eğer Avrupa bu gidişata “dur” demezse, sadece küçük otomobiller değil, üretim tesisleri, tedarikçiler, mühendisler, teknisyenler — yani bir sanayi kültürü topyekûn yok olacak. De Meo’nun ayrılığı bu yüzden bireysel değil, yapısal bir sinyaldir. Avrupa kendini çevreci sanıyor, ama kendi sanayisini boğuyor. Luca de Meo’nun vedası, sadece bir yöneticinin kariyer değişimi değil… Belki de Avrupa otomotiv sanayisinin içinde bulunduğu en büyük sistem krizinin resmi.
Çin gerçeği ve Avrupa’nın çelişkisi
2025 yılında Çin'in otomobil pazarı, Avrupa ve ABD’nin toplamından daha büyük hale gelecek. Üstelik Çinli markalar, Avrupa’nın regülasyonlarla yıprattığı kendi yerli üreticilerinin bıraktığı boşluğu dolduruyor. AB'nin yük getiren, çıkış göstermeyen politikaları, bu alanda Avrupa'yı yalnızca bir "ithalat pazarına" dönüştürebilir.
Regülasyonlar ne istiyor?
- Elektrikli araç: Ama altyapı yetersiz.
- Sıfır emisyon: Ama hammaddeler İthal.
- Uygun fiyat: Ama küçük otomobil yaşayamıyor.
Otomotivde 33 yıllık kariyer
Luca de Meo, 1967 yılında İtalya'nın Udine şehrinde doğdu. Otomotiv dünyasının en tanınmış ve etkili yöneticilerinden biri olarak kariyerine yön verdi. Milano'daki Bocconi Üniversitesi'nde İşletme eğitimi aldı. De Meo'nun otomotiv sektöründeki kariyeri, farklı markalarda edindiği geniş deneyimle dikkat çekiyor. Kariyerine 1992 yılında Renault'da başladı, ardından Toyota Avrupa'da çalıştı. Uzun yıllar Fiat Grubu bünyesinde çeşitli üst düzey görevler üstlendi. Bu dönemde Lancia, Fiat ve Alfa Romeo markalarının pazarlama ve ürün stratejilerinde önemli roller oynadı. Özellikle Fiat 500 gibi ikonik modellerin yeniden doğuşunda büyük payı oldu. De Meo, Fiat'tan sonra Volkswagen Grubu'na geçiş yaptı. İlk olarak Audi'de Pazarlama Direktörü olarak görev aldı. Daha sonra Volkswagen markasının pazarlama direktörü ve grubun tüm markalarından sorumlu Pazarlama Grup Direktörü oldu. 2015 yılında SEAT'ın CEO'su olarak atandı. SEAT'ı zorlu bir dönemden çıkararak markaya yeni bir dinamizm kazandırdı, CUPRA markasını yarattı ve şirketi kârlılığa taşıdı.2020 yılında Renault Grubu'nun CEO'su olarak göreve başladı. Burada "Renaulution" adı verilen iddialı bir dönüşüm planı başlattı.