
Eda Yılmayan
Orhan Veli’nin ölümü bir Galat-ı Meşhur muydu?
Birkaç hafta evvel Orhan Veli’yi, Sait Faik’i, Melih Cevdet Anday’ı, Nurullah Ataç’ı, Halim Şefik Güzelson’u, Suat Derviş’i aynı masada buluşturan ‘Güzel Son’ oyunuyla ilgili bir yazı kaleme almıştım. Yazımda oyunda da geçtiği gibi Orhan Veli’nin Ankara’da çukura düşmesinin ardından birkaç gün sonra geçirdiği beyin kanaması nedeniyle öldüğü bilgisini vermiştim. Bu pek çoğumuzun bildiği ve tekrar ettiği, farklı kaynaklarda yer alan bir ölüm gerekçesiydi. Ancak yazımın ardından Araştırmacı, Yazar Haluk Oral’dan bir mesaj aldım. Orhan Veli’nin ölümünün bir çukura düşerek gerçekleşmediğini, kardeşi Adnan Veli’nin ağabeyinin ölümünün ardından üç yıl sonra bunu yazdığını anlatan bir mesajdı. Bu uyarının ardından Haluk Oral’ın ‘Bir Roman Kahramanı Orhan Veli’ kitabını alıp satır satır okumaya başladım. Ölümü bir yana farklı bir Orhan Veli ile tanıştım. Çocukluğu, tiyatroya olan merakı, Moliere’e olan ilgisi, kardeşiyle tekne maceraları, lise ve üniversite yılları, dostlukları, babasına, yakın çevresine dair ayrıntılar, bir roman yazma hayali ve şiirlerinin ardındaki Orhan Veli…
Haluk Oral’ı kitaplarla çevrili evinde ziyaret ettim. Sohbetimize kedisi Edibe de eşlik etti. Söz konusu edebiyat, tarih olunca kütüphanenin tasnifiyle sohbetimize başladık. Haluk Oral’ın arşivciliğini, belge ve mektupları topladığını biliyordum ancak çalışırkenki titizliğini buluşmamızda daha iyi anladım. Söyleşimiz sırasında Edibe Hanım da cam kenarına kıvrılıp bizi dinledi.
Orhan Veli’nin hayatını 15 yıl boyunca araştırdınız. Neden onu merak ettiğinizi öğrenmek istiyorum. Bu sadece bir araştırmacının ya da iyi bir okurun merakı mıydı yoksa o döneme ait belgeler, mektuplar sahaflarda, arşivlerde karşınıza çıktıkça oluşan bir yolculuk muydu?
Orhan Veli’nin benim için diğer şairlerden farkı şu: İlkokulda da ortaokulda da lisede de Orhan Veli’yi okuyup sevdim, daha sonra da onun şiirlerini okumaya devam ettim. Her yaşa hitap eden bir yanı var. İmzalı kitap, belge, mektup topluyorum. Orhan Veli ile ilgili de elime belgeler geçti. Geçtikçe birkaç yazı yazdım önce. Sonra daha çok belge geçti, yazmaya devam ettim. Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Hanım’la tanıştım. Füruzan Ablada bazı eski yazı mektuplar vardı. “Bunları kimseye göstermedim belki ağabeyimle ilgili özel şeyler vardır, alın bir okuyun. Eğer çok özel şeyler yoksa kitabınızda kullanın” dedi. Tüm bunlarla kitap ortaya çıktı.
“DÜNYAYA DAHİL OLAMIYOR”
Peki neden bir roman kahramanı Orhan Veli?
Bunun birçok sebebi var: ‘Bir Roman Kahramanı’ diye bir şiiri var mesela. “Çadırımın üstüne yağmur yağıyor / Saroz körfezinden rüzgâr esiyordu / Ve ben, bir roman kahramanı / Ot yatağın içinde / İkinci dünya harbinde / Başucumda zeytinyağı yakarak / Mevzuumu yaşamaya çalışıyordum / Bir şehirde başlayıp / Kim bilir nerde / Kim bilir ne zaman bitecek mevzuumu. Yani Orhan Veli kendini bir roman kahramanı olarak görüyordu ama daha önemlisi bir roman yazmaya başlamıştı. O romana çok şey atfediyordu. Yine bir mektubunda şöyle diyor: Nasıl Goethe Werther’in acılarından kurtulduysa ben de bu kitabı yazarak dünyanın dışında kalmış olurum. Dünyaya dahil olamıyor belki dünyanın dışında kalma duygusundan kurtulurum diye düşünüyor.

Zaten romanının adı da ‘Dünyanın Dışındakiler’.
Evet. Bir yazısında söz ediyor, kitap yazılmadı. Balıkçı ile kambur kızı anlattığı bir hikâye var. “Onlar dünyaların içinde ve mutlu. Ben dünyanın içinde değilim” diyor ya da bir şiirinde “Yoksa biz bu dünyadan değil miydik?” diye soruyor. Çeviri bürosundaki işini kaybettikten sonra sanki hayatı yaşamıyormuş da dışarıdan gözlüyormuş gibi. Kendisini bir romanın kahramanı olarak görüyor. “Ölüler kahve yapmaz gibi sözleri var. Onun için bir roman kahramanı, gerçekten uzaklaşıyor.
Bu romanı yazsa sizce nasıl bir metin çıkardı ortaya?
Güzel bir dili olurdu. Çünkü Orhan Veli’nin düz yazıları çok güzel. Mantık kurgusu çok güzel. Savunduğu şeyi bir Şamdan bir Halep’ten laflar ederek savunmuyor. Yazsaydı roman nasıl olurdu bilmiyorum ama planladığı şey tutunamayanları anlattığı bir roman olurdu.
Bundan zaten Oğuz Atay bir yazısında bahsediyor, dünyanın dışındakiler dediği şey aslında Oğuz Atay’ın tutunamayanlar dediğiyle aynı şey.
“ORHAN VELİ BİR TUTUNAMAYANDI”
Oğuz Atay, Orhan Veli üzerinden bir tutunamayan tanımı yapıyor. Orhan Veli sizce bir tutunamayan mıydı?
Orhan Veli bir tutunamayandı. Bunu zaten Oğuz Atay da söylüyor. Orhan Veli’de halka yukarıdan bakmak yok! Halkın dertlerine çözüm bulma gibi bir iddiası da yok! Halkı gözlemliyor ve bunu şiirlerinde aktarıyor. Süleyman Efendi’yi, Montör Sabri’yi anlatıyor. Oğuz Atay zannediyorum 1975’te Orhan Veli’nin 25.ölüm yıldönümünde yazdığı bir yazıda Orhan Veli’nin niye bir tutunamayan olduğunu anlatır ve anlatırken de işin ilginç yani kambur kızla balıkçının hikâyesini örnek verir. Oğuz Atay, Orhan Veli’nin bir roman yazmayı düşündüğünü hiçbir zaman bilmedi. O belgeyi ben ilk kez kitabımda kullandım. Oğuz Atay hem iyi bir yazar hem iyi bir mühendis olarak bunu görüyor.
Orhan Veli’nin mektuplarını, düz yazılarını okuduğunuzda, hakkında söylenenlere yazılanlara baktığınızda nasıl bir Orhan Veli ile karşılaştınız?
Düz yazılarını okuduğumda şiir ve sanat hakkında ne kadar kafa yorduğunu gördüm. O kadar da çok düşünüyor ki sonunda bir şiir çıkıyor ortaya ama o şiir o düşüncenin görünen ufacık bir kısmı. Orhan Veli’nin her şiiri buzdağının tepesindeki kısımdır. Orhan Veli gibi ben de yazarım diyenler çıktı ama buzdağının altı olmadığı için onların yazdıkları hiçbir zaman Orhan Veli kadar güzel olamadı.
Sait Faik ve Melih Cevdet, Orhan Veli’yi anlatan yazılarında onun yüzlerce baharat adını bildiğini ve Boğaz’ın bütün koylarını tek tek sayabildiğini yazar.
Evet bir başka şey mesela oturuyor Meydan Larousse’u ezberliyor.
Çocukluğunu anlattığınız bölümde kardeşi Adnan Veli ile bir tekne alma maceraları var. Adnan Veli bu zorlu maceralarından sonra “… Ama Orhan avuçtaki nasırın ne demek olduğunu işte o gün anladı. O günden sonra alınlarından şıpır şıpır ter akan, avuçları nasırlı Çamur İhsanları, Çolak İsmailleri, Karpuzcu Tahsinleri kıyasıya sevdi. Ölünceye kadar sevdi” diyor. Peki Orhan Veli’nin edebi dünyasını kardeşi Adnan Veli’nin sözünü ettiği insanlar nasıl zenginleştirmiş sizce?
O insanların bir çabası yok. Orhan Veli’nin bir çabası var. Onunla aynı insanları gören bir sürü insan var ama bir tane Orhan Veli çıkıyor.

Hatta Yahya Kemal de Orhan Veli’ye bunu söylüyor değil mi?
Yahya Kemal “Anlatıyoruz anlamıyorlar, önlerine koyuyoruz yine anlamıyorlar…” diyor. Görünen değil de gören önemli. Yoksa herkes aynı şeye bakıyor. Bir kediye bile birisi sevgiyle birisi korkuyla bakar. Orada bakan göz olarak Orhan Veli önemli. Orhan Veli insanları besledi ama bence insanlar onu beslemedi.

Babası Mehmet Veli bandoda solist klarnettir. Darülaceze Bandosu’nu kurar. 1932’de Cumhurbaşkanlığı Bando Heyeti Şefliği yapar. 1936’da Ankara Radyosu Müdürü olur. Orhan Veli’nin şiirlerine yansıyan muzip yanı babasında da var diyebilir miyiz? Çünkü Mehmet Veli radyo çalışanlarına takılırmış. Onlara şeker kağıtlarına sarılı kömür, taş, soğan, ufacık kurşunkalemler hediye edermiş.
Olabilir ama babasıyla hep mesafeli. Füruzan Abla anlatırdı. Örneğin babasının yanında ayak ayak üstüne atmaz, sigara içmezmiş. Babası müzisyen olduğu için muhtemelen o kadar sert bir insan değildir ama o zamanın bir terbiye anlayışı var. Füruzan Abla anlatmıştı, Orhan Veli kış günü bile olsa mutfak balkonuna çıkıp sigara içermiş.
Orhan Veli’nin annesini de merak ettim. Onunla olan ilişkisine dair bir ayrıntı yok muydu?
Anne Fatma Nigâr Hanım. Annenin okuma yazma bile bildiğinden emin değilim. Babasının Orhan Veli’ye yazdığı mektupları var. Orhan Veli öldükten sonra bütün şiirleri bir kitap halinde çıkıyor ve babası kitabı imzalayıp hediye ediyor. Annesinin elinden çıkmış tek bir kelime yok! Elimdeki belgelerden bir şey yazıyorum. Örneğin Nazım Hikmet kitabında Celile Hanım’ı uzun uzun anlatıyorum. Celile Hanım’a dair çok fazla ayrıntı var ama Orhan Veli’nin annesiyle ilgili tek bir belge yok!

Dikkatimi çeken şeylerden biri de mektupların bir kısmının Osmanlıca yazılmalarıydı. 1944 yılına ait mektuplar da Osmanlıca yazılmış. Dönemin yazarları eski yazıyı ne zamana kadar yazmayı sürdürüyorlar?
1920’den önce doğanlar acele bir şey yazmaları gerektiğinde ölene kadar eski yazı yazmışlardır. Çünkü ne kadar yeni yazı öğrenirse öğrensinler ilk öğrendiğini daha kolay yazarsın. Birtakım prensip kararlarıyla bazı insanlar harf devriminden sonra hiç eski harfleri kullanmamıştır. İsmet İnönü mesela harf devriminden sonra bir harf dahi Arap harfi yazmamıştır. Bunun dini inançlarıyla, siyasi görüşleriyle de ilgisi yok!
Tiyatronun Orhan Veli’nin yaşamında önemli bir yeri var. Kendi yazdığı, oynadığı oyunlar da var. Hatta Melih Cevdet Anday’la tanışmasında da tiyatronun etkisi var. Özellikle Moliere’in dilini sevdiğini mektuplarında okudum. La Fontaine’i de çeviriyor değil mi?
Evet La Fontaine’i de çevirir. Başka çevirileri de var. Orhan Veli’nin bildiğim ilk yayımlanan yazısı da bir monolog. Lisede ‘Sesimiz’ diye bir gazete çıkarıyorlar ve ilk yazısı bir tiyatro eseri sayılabilir. Ölmeden evvel yaptığı son iş de bir tiyatro çevirisi.
Eski şiir anlayışıyla Garipçiler arasında hep bir ikilik görülür. Yahya Kemal’le Orhan Veli’nin de ikiliği olduğu düşünülür. Siz kitabınızda buna da açıklık getiriyorsunuz. Hatta Yahya Kemal’le kendi şiiri arasında bir benzerlik de kuruyor. Nedir bu benzerlik?
Yahya Kemal’in büyük bir şair olduğunu kabul ediyor ama o geçmiş dönemin büyük şairiydi, artık yeni bir dönem başlıyor ve yeni şeyler söylemek lazım diyor. Eski şiirin bütün silahları var. Biz yeni şiirde yeni silahlar bulmalıyız diyor. Eski şiiri güçlü yapan aruz var. Aruzun getirdiği ahenk var. Edebi sanatlar var. Burada ortada yeni bir şey yok! Biz bunu yeniden inşa edeceğiz diyor. Orhan Veli’nin şiirlerinde de büyük değişimler var, denemeler de yapıyor. Sarsıyor ortalığı. Garip şiirinin de yaptığı bu. Sarsıntıdan sonra kendi anlatmak istediğine uygun şirini yazmaya devam ediyor. Gemiler geçer rüyalarımda / Allı pullu gemiler, damların üzerinden / Ben zavallı / Ben yıllardır denize hasret / Bakar bakar ağlarım. Şimdi bu Garip şiiri değil! Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı / Bir midye kabuğunun aralığından / Suların yeşili göklerin mavisi / Lapinaların en harelisi / Hala tuzlu akar kanım / İstiridyelerin kestiği yerden. Aruzla yazılmamış, ses uyumlarına dikkat etmiş. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye de değil artık bu. Orhan Veli bambaşka bir tarafa doğru gidiyordu ama ömrü bu kadar vefa etti. Melih Cevdet’in ‘Tohum’ şiiri vardır, Garip’le hiç alakası yok! Oktay Rıfat’ın bir sürü şiiri var. Garip şiiri denilen şiir akımı Garip kitabının basılmasıyla bitti. Yaratmak istedikleri sarsıntıyı yarattılar. Kendi düşünce sistemlerine göre daha iyi bir şiir nasıl yazılır onun araştırmasına girdiler.
Halim Şefik’i de atlamayalım. Otopsi isimli bir kitabı var ve Orhan Veli’nin ölümünün ardından çok duygulu bir şiir kaleme alıyor.
Halim Şefik sınıf arkadaşı. Halim Şefik’in hayatında en övündüğü şey Orhan Veli’nin sınıf arkadaşı olmasıdır. Halim Şefik’in başka güzel şiirleri de vardır. Örneğin “Bu bir kılıçbalığının öyküsü / Yazılmasa da olurdu / Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu…”
Orhan Veli’ye ağıt
Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar
Halim Şefik

İsterseniz şimdi bu söyleşiyi yapmamıza vesile olan ve aslında galatı meşhur hale gelen Orhan Veli’nin ölümüne ilişkin ayrıntıya gelelim. Orhan Veli’nin ölüm nedeni Ankara’da çukura düşmesi değil! Peki bu bilgiyi kardeşi Adnan Veli neden yazıyor?
Ölümüne ilişkin başka şüpheler çıkıyor ortaya. Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı otopsi yapılmasını istiyor. Çünkü uyuşturucu kullanmasından şüphe ediyorlar ki böyle bir şey gerçek olamaz. Pek çok açıdan yok. Öncelikle Orhan Veli’nin hiç böyle bir merakı yok. Böyle bir parası da yok! Orhan Veli sırtındaki paltoyu bile satmak durumunda kalan ya da Ankara’ya mektup göndereceği zaman onu postayla göndermek yerine Ankara’ya giden birine veren bir insan. Adnan Veli, Orhan Veli’nin ölümünde hapiste. Ölümünden üç yıl sonra ağabeyiyle ilgili yazıları bir araya getirip bir kitap yayınlıyor. İyi niyetle ağabeyinin ismi karanlık dedikodulara alet olmasın diye ölümünü çukura düşme hikâyesiyle birleştiriyor. Böyle ortaya çıkıyor. Çukura düşmesi birkaç ay evvel olmuş bir şey. Bacağında ufak bir sıyrık varmış. Füruzan ablaya da anlatmış. “Ya kafamı çarpsaydım. Şair Orhan Veli belediye çukuruna düşüp öldü diyeceklerdi” demiş. Çukur hikâyesi başta hiç anlatılmıyor, 1953’te anlatılıyor. Muzaffer Hanım’ın adı hiç geçmiyor. Benim kitabıma kadar “Bir arkadaşının evinde öğlen yemeği yerken fenalaştı” deniliyor.

Zaten öğle yemeği de değil!
Evet o gece orada kalıyor Orhan Veli. Muzaffer Hanım ve kız kardeşi beraber yaşıyorlar. Orhan Veli ile aralarında bir gönül ilişkisi de yok! Bakın bu kitapta iki şey var: Orhan Veli’nin doğum gününün 13 Nisan değil, 14 Nisan olduğunu söylüyorum. Bir de ölümünü anlatıyorum ama bunların değişmeyeceğini de biliyorum.
Orhan Veli, Avukat Muzaffer Gençay’ın evinde fenalaşıyor ve hastaneye kaldırılıyor. Orhan Veli’nin son saatlerini Gençay şöyle anlatıyor: Önceki akşam kalabalık bir yemek vardı. Şiirler okundu, sohbet edildi. Orhan o gece bizde kaldı. Kanepede yatarken uyuyor zannettik. Bir terslik olduğunu anlayınca Nejat’ın ödü koptu, ortalığı velveleye verdi. (Nejat, Muzaffer Hanım’ın kız kardeşi)
Sabahattin Eyüboğlu, Nahit Hanım’a Orhan Veli’nin ölümünü haber verdiği mektubunda şunları yazar: Orhan Veli’nin başı ağrımaya başlar. Dora’yla telefonda konuştuktan sonra fenalaşır. Eve gelen üç doktor “alkolden zehirlenme” der. O sırada koma başlar. Cankurtaranla Cerrahpaşa Hastanesi’ne götürürler.