Otoriter Komedi ve İmamoğlu…

Otoriter iktidar, tüm muarızlarını ve toplumu baskı altına alırken bir yandan da trajikomik bir hal alıyor. 12 Mart diktası “sağdan sola soldan sağa salla bayrağı düşman üstüne” diye türkü söyleyen Uğur Mumcu’yu komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hapse mahkum etmiş ve sakıncalı piyade olmasına sebep olmuştu.

Günümüz otokrasisi de Kent Lokantasına giden Vedat Milor için “örtülü reklam” soruşturması başlattı. Seçim dönemlerinde tarafsız olması gereken tüm unsurların devlet imkanlarını kullanarak kampanya yürüttüğü, vergilerimizle yaşayan TRT’nin propaganda makinesine dönüştüğü, etik ilkelerin baştan hiçe saydığı bir ortamda, gastronomi rehberliğini iş bellemiş ve bu işin otoritesi olarak değer görmüş bir insanın lokantaya gittiği için hukuki baskı altına alınması olsa olsa kara komedi olur.

Her gün bir yenisiyle karşılaştığımız bu gibi tuhaflıklar iktidarın hoşuna gitmeyen her eylemin bizzat devlet gücüyle cezalandırılmasının örnekleri olarak tarihe geçiyor. Esasen ne söylediğinizin veya neye itiraz ettiğinizin de bir önemi yok.

Yine bir “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nü idrak ettik. Yine yollar tutuldu, yine Taksim yasaklandı, yine kadınların kendilerini ifade etme hürriyeti ellerinden alındı. İktidarın içindeki kadın ve erkek unsurları da kapsayan, hatta aşan otoriter erkek egemen kültür hiçbir gerekçeye dayanmaksızın yasaklar getirerek kadınların gününde kadınlara haddini bildirdi! Halbuki kadınların itirazları sadece ülkenin otoriter rejimine değildi. Cinayetlerin, hiçe sayılmanın ve şiddetin her geçen gün arttığı bir dünya düzeniyle hesaplaşma ve seslerini duyurma refleksi karşısında yarası olan gocundu.

Bunlar artık vaka-i adiyeden sayılan gündelik-aktüel trajikomiklikler. Otoriter iktidar bunlarla yetinmiyor. Kendi belirledikleri tatmin düzeyine ulaşamadıklarında arşivleri, eski defterleri, küflü sandıkları açıyorlar. Gezi parkı bu açıdan bereketli toprakların başında geliyor. Hoşlarına gitmeyen bir tavır, söz, beyanat olduğunda hemen o kişinin Gezi ile olan ilişkisine bakılıyor. Ucundan kıyısından bulaştı ise vay haline, ifadeye çağırılıyor, tehdit ediliyor, linç ediliyor, işsiz ve ekmeksiz bırakmak için elden gelen yapılıyor. Geçtiğimiz hafta bu eski defterleri açma stratejisine HDK sorgulamalarını eklediler. Tam 14 sene evvel yasal zeminde ve birçok örgütün ve bileşenin katılımıyla toplanan bir yapıyı bugün suç örgütüne dönüştürdüler. Düzenlenen operasyonlarda içlerinde gazetecilerin de yer aldığı 60 kişi gözaltına alındı, son verilere göre 30 kişi de tutuklandı. Üstelik bazılarının evlerinin kapıları koç başları ile kırıldı, çocuklarının gözleri önünde kafalarına silah dayandı.

Operasyon sonrası savcılık açıklaması şöyle; “'Legal görünümlü bir cephe yapılanması ve TBMM'ye alternatif bir meclis, bileşenlerinin ise Halkların Birleşik Devrim Hareketi cephesindeki terör örgütlerinin legal uzantılı yapılanmaları olduğu, meclislerinin KCK sözleşmesiyle özdeşlik gösterdiği, PKK/KCK terör örgütünün talimatları doğrultusunda, legal görünümlü protesto yürüyüşü, basın açıklaması, miting ve benzeri eylem ve etkinlikleri düzenleyerek, toplumsal alanı örgütlediği…”

2011 yılında yasal zeminde toplanan ve siyasi olmayan bir takım unsurların da dayanışmaya dahil olduğu “Halkların Demokratik Kongresi”nin aslında bir suç örgütü olduğu cevval savcılarımız(!) tarafından 14 yıl sonra tespit edilebildi. Eş sözcüleri halihazırda meclis çatısı altında olan bir yapı, ikinci açılım sürecini yaşadığımız günlerde, açılımın felsefesine muhalefet eden bir anlayışla düşmanlaştırıldı ve yeni bir cadı avı başlatıldı.

Sebebi ne olursa olsun, tüm operasyonların, yasakların ve baskıların arka planında otoriter iktidarın her türlü itirazı ortadan kaldırma ve iktidarını her şeye rağmen sürdürme motivasyonu yatıyor. Tüm temel politikalardaki başarısızlıklar, düşman yaratma siyaseti ile perdelenmeye çalışılıyor. Her itiraz için dış bağlantılar, şer odakları gibi safsatalar uydurulup algı operasyonları yürütülüyor. Tabii bu yapılanlar artık toplumsal algıyı şekillendiremiyor, çöküş durdurulamıyor.

Ekrem İmamoğlu böyle bir ortamda ceketini çıkardı, kollarını sıvadı ve Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecini başlattı. AKP, bizzat Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü seçim kampanya süreçlerine rağmen üç defa mağlup olduğu siyasetçinin karşısına çıkacak olmasının tedirginliğini yaşıyor. Bunun için de yargı sopası başta olmak üzere tüm gücüyle İmamoğlu’nun üstüne gidiyor, onu siyaseten işlevsiz kılmak için her şeyi yapıyor. Baskı rejiminden, otoriter iktidardan ve onun tutarsız politikalarından kurtulmak ve dengenin hakim olduğu bir yönetim anlayışına kapı açmak için yapılacak bir şey varsa o da özellikle sol ve demokratik unsurların başı çektiği bir dayanışmanın İmamoğlu”nun çevresinde kenetlenmesi olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi