Mutlu Hesapçı
“Oyunculuk bir meslek, bir yaşam biçimi değil!”
Onun gibi gözleri ışıl ışıl parlayan az kişiye rastladım. Gözlerindeki o ışıltı, sanki yüzüne ve kalbine de yansımış; oysa kendisini çok iyi tanımıyorum bile. İlk tanışmamız, o zamanlar çalıştığım televizyon kanalında yaptığım kültür-sanat programı vesilesiyle gerçekleşti. ‘İçeridekiler’ filmi üzerine yaptığımız röportaj, benim için dolu dolu geçen, tadına doyamadığım bir sohbet olmuştu. Sonrasında çeşitli etkinliklerde karşılaştık; aralıklı olsa da, onu her gördüğümde içimde hep iyi hisler uyanıyor. Gizem Erman Soysaldı, ana akım dizilerde pek görünmeyen, gizli kalmış iyi oyunculardan biri. Onu ana akım medyadaki projelerde de görmeyi açıkçası çok istiyorum. Birikimi, duruşu, farklı aurası ve oyunculuğuyla projelere kalite katacağına inanıyorum. Çünkü tiyatroya çok erken yaşta başlayan, çocuk yaşta profesyonel oyunculuğa adım atan Gizem; kariyerinin her aşamasında hem öğrenmiş, hem üretmiş bir isim. Onun için oyunculuk sadece bir sahne tutkusu değil; aynı zamanda derin bir düşünsel birikim ve disiplin gerektiren bir meslek. Gizem’i daha yakından tanımak istedim ve merak ettiklerimi kendisine sordum. Herkese iyi pazarlar dileriz!

Tiyatro ile tanışman çok küçük yaşlarında oluyor. Hep tiyatrocu olmak hayali var mıydı?
Evet, sanırım hep vardı. Hep oyun kuran, sahneyi kurgulayan, dans eden, oynayan bir çocuktum. Hayalden öte, zaten hep performansın içindeymişim. 13 yaşında da bir sanat merkezinde oyunculuk eğitimine başladım. Beni aynı yıl kumpanyalarına dâhil ettiler ve 14 yaşında profesyonel olarak oyunculuk yapmaya başlamış oldum.
“Beni şu anki ben yapan Mülkiye’dir”
Anne ve babanın siyasi bir geçmişi olduğu için mi siyasal okumaya karar verdin? Siyasal Bilgiler okumak sana ne kazandırdı?
Tam tersi, o kuşak çoğunlukla çocuklarını bilinçli ve zorunlu olarak apolitik yetiştirdi. Dolayısıyla onların doğrudan yönlendirmesi olmadı ama tabii o kuşağın hikâyelerini dinleyerek büyüdük. Benim özellikle tarihe, sosyolojiye, psikolojiye merakım vardı. Üniversite sınavında da ilk üç tercihim Ankara Siyasal, ODTÜ Psikoloji ve Sosyoloji idi. Bu arada şimdi bakınca üçü de şimdiki mesleğim için aşırı doğru disiplinler. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandım. Tabii Mülkiye bambaşka bir ekol; bir düşünme biçimi, dünyayı, olayları, karşına çıkartılan haberleri sorgulama, analiz etme, gerçeği kazıyarak bulabilme yetisi… Beni şu anki ben yapan Mülkiye’dir.
Neden tiyatro okumadın?
Okudum. Üniversiteden mezun olduktan sonra İstanbul’a taşındım. Şahika Tekand Studio Oyuncuları’nda 3 yıl oyunculuk okudum.
İzmir-Ankara-İstanbul… Yaşamını şekillendiren şehirler. Bu üç şehri tanımla desem, sana neler kattı ve bu şehirler sana neler kattı?
18 yıl İzmir'de, 4 yıl Ankara’da yaşadım ve son 18 yıldır da İstanbul’dayım. Hepsinin bambaşka temsilleri var bende. İzmir tabii çocukluk, ilk gençlik; Ankara, aydınlanma, bilinçlenme ve büyüme yılları. İstanbul da artık yetişkinlik, kariyer...
“İstanbul hem çok güzel hem de bolca mücadele demek”
Seni en çok zorlayan şehir İstanbul mu oldu? İstanbul’a gelirken çok hayal kurdun mu ve bu hayallerin ne kadarı gerçekleşti?
İstanbul hem çok güzel hem de bolca mücadele demek benim için. Buraya gelirken ne hayaller kuruyordum, inan hatırlamıyorum. Ama zaten ben, her ne kadar çok mantıklı, pratik, çözüm odaklı ve gerçekçi bir insan olsam da, çok hayal kurarım ve hayallerim de gerçek olur zamanla... Bir yandan da çabuk unuturum. Yani tam emin değilim; hangisi hayallerimin gerçeğe dönüşmüş hali, hangisi öylesine oldu...

“Oyunculuk böyle bohem yaşanılması gereken bir meslek değil, son derece teknik ve disiplin gerektiren bir meslek”
Gizem, oyunculuk dediğimiz bir camia ve içinde türlü ayak oyunları var gibi geliyor. Hatta tekelleşme tartışılan bir konu. Ama sen kendi halinde, o büyülü dünyanın dışında normal hayat yaşıyorsun. Bu noktada popüler kültürün parçası olmamak sana ne kaybettiriyor, ne kazandırıyor?
Öncelikle bence insanın olduğu her yerde, dolayısıyla her sektörde insana özgü kötülükler var. Bizim sektör özelinde bir durum yok, bunun altını çizelim. Tekelleşmeye gelince; şimdi bu sadece bizim sektörün sorunu değil. Amerika’da yıllarca uğraşmış bu konuyla, büyük emsal davalar kazanılmış. Büyük ajansların, sadece kendi oyuncularına iş yaratmak için küçük isimleri dışlaması yıllardır eleştiriliyor. Bazı yapımcılar, belirli ajanların oyuncularından oluşan kapalı listeler üzerinden cast yaptıkları için yeni yeteneklerin sektöre girişleri oldukça zorlaşıyor. Bu konu, sektöre yansımaları ve çözüm önerileri bambaşka bir röportajın konusu ama ben sadece bir çırpıda 50 oyuncu arkadaşımın ismini verebilirim ki dünya çapında yetenekli ama işsizler.
Diğer soruya geçersek, ben bu konuda şöyle düşünüyorum: Oyunculuk bir meslek, bir yaşam biçimi değil! Türkiye’de ve dünyada yaşayan oyuncuların yüzde 95’i nasıl yaşıyorsa, ben de öyle yaşıyorum. Benim için de özel bir durum yok. Yani benim tanıdığım bütün oyuncu arkadaşlarım benim gibi yaşıyor. Magazin programlarında gördüğümüz veya bize öyle gösterilen ya da öyle sandığımız yaşamlar, bizim sektörün, oyuncuların hayatlarının bir yansıması asla değil.
“Ülkemizde oyuncuların çoğunluğu açlık sınırının altında yaşıyor”
Bir kere, ülkemizde oyuncuların çoğunluğu açlık sınırının altında yaşıyor. Öyle büyülü bir dünya yok yani. Ben de bilerek büyülü sanılan dünyanın dışında değilim. Zaten doğal olarak böyle yaşıyorum. Benim bir mesleğim var herkes gibi ve bir de hayatım var. Ailem, sorumluluklarım, hobilerim, arkadaşlarım… Herkes gibi evleniyorum, boşanıyorum, çocuk büyütüyorum, mutlu oluyorum, üzülüyorum, ekonomik sıkıntı çekiyorum. Herkes gibi ben de toplum için, dünya için endişeleniyorum, herkes gibi ben de dostlarımla eğlenmek istiyorum vs. Yani mesleğim oyunculuk diye bunların hiçbirini hiç kimseden farklı yaşamıyorum. Bir kere bunu altın harflerle yazalım ki toplumdaki yanlış algıyı düzeltelim. Yani oyunculuk böyle bohem yaşanılması gereken bir meslek değil, son derece teknik ve disiplin gerektiren bir meslek.
Sorunun son kısmına gelirsek, evet, maalesef bizim ülkemizde popüler kültür haddinden fazla yer kaplıyor ve bu, toplumu gittikçe köreltiyor. Başarı ve mutluluk algısı da çarpıtılmış durumda. Popüler kültürün içindeyseniz başarılısınız ve çok paranız varsa da mutlusunuz. Şimdi herkes bunların peşinde koşuyor ama koştukça da mutluluk ve huzur giderek uzaklaşıyor.
“Ana akımda genellikle rol bekleyen oyuncu konumunda oluyorsunuz”
Rol bekleyen biri misin? O rol seni nasıl buluyor? Projeler sana ulaşabiliyor mu ve bir role seçilmenin kriterleri neler?
Ana akımda genellikle rol bekleyen oyuncu konumunda oluyorsunuz. Daha bağımsız projelerde henüz fikir aşamasından yönetmenlerle ilerleme şansınız olabiliyor.
Son anda verilmeyen rol oldu mu?
Bu rol benim diye düşündüğün ama son anda sana verilmeyen rol oldu mu?
Kariyerimin ilk yıllarında olmuştu. Bir film için bir yönetmen görüşmesine gitmiştim. Bir romantik komediydi. Yönetmen, yapımcı, herkes benimle çalışmak istediğini söyledi. Çıktım ve menajerimi arayıp sevinçle haberi verdim ama ertesi gün başka oyuncu seçildiği haberini aldık.

“Bana iki ödül getiren ‘İçerdekiler’ sinema filminin yeri ayrıdır”
İçinde bulunduğun projelerin içinde en çok sevdiğin rol hangisi oldu ve neden o projeyi sevdin?
Daha en güzeli olmadı bence :) Ama tabii, bana iki ödül getiren ‘İçerdekiler’ sinema filminin yeri ayrıdır.
“Sunuculuk, oyunculuktan daha öne çıkmasın diye uzun aralıklarla yaptım ve reddettiğim çok iş oldu”
Televizyon projeleri de yaptın. Bu alan sana neler kattı ve televizyon programcılığını sevdin mi?
Doğrusunu söylemek gerekirse en doyurucu ve en sevdiğim işler televizyon programları oldu. Ama onu da sunuculuk, oyunculuktan daha öne çıkmasın diye uzun aralıklarla yaptım ve reddettiğim çok iş oldu. 2011 yılında ‘Soframız’ programıyla 6 ay boyunca ülkede 30 şehir gezip 100 bölüm çektim. Ülkeyi, gastronomiyi, kültürü, insanları tanıdım ve benzersiz kadınlarla tanıştım. 2014 yılında ‘Tel Dolap’ı sundum, 2 sezon sürdü ve tasarladığım ilk formattı. Şehirde yaşayan, çalışan insanların evlerinde neler yapabilecekleri üzerine benzersiz bir işti. Çok çok sevdik. Hatta ilk sezonda hamileydim, ikinci sezonda ara sıra oğlum Taylan bile konuk oldu. 2023’te ise ‘Yürüyerek Gel’i tasarladım; iki sezon, 26 bölüm, İstanbul’da 26 farklı semt, 26 farklı rota, semtlerin hikâyeleri ve 26 konuk… Hem bana çok şey kattı hem de önemli bir arşiv oldu.
Anne olmak…
Anne olmak hayatında neleri değiştirdi?
Anne olmak tabii ki hayatımı tamamen değiştirdi.
“Türkiye’de ilk defa iki büyük projede Yakınlık Koordinatörü kullanıldı”
Oyuncular Sendikası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birimi Sorumlusu olmak nasıl bir sorumluluk ve bu alanda nasıl bir farkındalık yaratıyor, ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Yaklaşık bir yıldır Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu üyesiyim. Biz 9 oyuncu, Zuhal Olcay başkanlığında gece gündüz gönüllü olarak meslektaşlarımızın çalışma alanlarındaki koşullarını uluslararası standartlara çıkarmak için çalışıyoruz. Her birimiz de birer birimin başındayız. Ben de zaten uzun yıllardır içinde çalıştığım Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Taciz ve Ayrımcılıkla Mücadele Birimi Sorumlusu’yum. Sendika olarak yaptığımız, yürüttüğümüz birçok proje var ama ben birkaç protokolden bahsedeyim: Türkiye’de ilk defa sektör için çok büyük önem arz eden protokoller yayınladık: Audition Protokolü, Taciz Tanımları, Yapımcılar İçin Rehber, Kostüm Odası Uygulamaları, Kapalı Set, Çıplaklık ve Simüle Edilmiş Cinsellik Sahneleri İçin Rehber… Ayrıca sektörümüz için çok önemli bir gelişme: Türkiye’de ilk defa iki büyük projede Yakınlık Koordinatörü kullanıldı. Hem çok yakın arkadaşım hem de sendika olarak uzun süredir birlikte çalıştığımız Yakınlık Koordinatörü Ece Türkmut Dere ve sendikanın ortak çabaları sayesinde artık sektörde Yakınlık Koordinasyonu tanınıyor, biliniyor ve yapımcı, yönetmen ve oyuncu açısından ne kadar kolaylaştırıcı ve önemli olduğunun farkına varılmış durumda.
“Erkek egemen setlerde herhangi bir adaletsizliğe ses versen veya bir flört isteğine yanıt vermezsen hemen “arıza” diye yaftalanırsın.”
Bu ülkede kadın oyuncu olmak zor mu? Gelen rollerdeki kadının konumu ve tarifi hangi anlamda seni rahatsız ediyor?
Öncelikle bu ülkede kadın olmak zor. Daha doğrusu, 2500 yıldır devam eden ataerkil düzende kadın olmak çok zor. Üstüne güvencesiz, adaletsiz, kaygan bu sektörde oyuncu olmak çok zor. Kadın oyuncu olmak daha da zor. Eşit işe, eşit ücret yok. Erkek egemen setlerde herhangi bir adaletsizliğe ses versen veya bir flört isteğine yanıt vermezsen hemen “arıza” diye yaftalanırsın. Özellikle ana akımda senaryolarda kadın temsili ise kanayan yaramız. Dijital zaten neredeyse aynı, bağımsız sinema da çok parlak sayılmaz. Bu arada çok parlak örnekler var tabii ki. Ama sektörde genel olarak kadın karakterler, tamamen erkek karakterin duygusuna hizmet etmek amacıyla yazılmış gibi. Başrol kadınımız aşırı güzel, aptal derecesinde saf, sakar, genellikle mesleği belirsiz. Erkeğimiz güçlü, zengin, ne istediğini bilen, holding veya mafya patronu, adaletli, sert ve kadının hayatını kurtaran veya iyileştiren bir kahraman. Dedikoduyu sadece kadınlar yapar, arabaları sadece erkekler kullanır.
Ve mutlaka bir tane sinsi, seksi ve gününün tamamını başrol çiftimizi ayırmak için planlar yapan bir kadın karakterimiz vardır.

“50 yaşındaki erkeklere 20 yaşında başrol kadın oyuncular seçiliyor.”
Yeni sezon dizilerindeki kastlar açıklanıyor. Gördüğüm şu: Erkek başrol oyuncular 40 yaş ve üzeri ama onlara partner olarak seçilen kadın oyuncular 20’li yaşlarda… Bu durum beni çok rahatsız ediyor, neden böyle?
Evet, bu da kanayan başka bir yaramız. 50 yaşındaki erkeklere 20 yaşında başrol kadın oyuncular seçiliyor. Tersi niye olmuyor ama? Bence bunu düşünmemiz lazım.
Veya 40 yaşında bekâr, mesleği ve sevgilisi olan bir kadın karakterimiz niye olamıyor mesela?
“Hem evliyken hem de boşandıktan sonra birbirimize olan katkımız hep devam etti”
İlk eşin oyuncuydu, ikinci eşin yönetmendi. Onların mesleki anlamda sana katkıları oldu mu, ilham veren bir hikâyeye dönüştü mü?
Bu sorunun tamamına yanıt vermek isterdim ama bu güzel röportajın tamamını okumadan benim tek bir cümlemle magazin haberleri yapılabileceğini maalesef çok iyi biliyoruz.
İkinci eşim yönetmendi, evet. Hem evliyken hem de boşandıktan sonra birbirimize olan katkımız hep devam etti, hâlâ da ediyor. Birbirimize danışırız çoğunlukla, beraber de ürettiğimiz çok proje oldu, oluyor da.
“Yakında bir filme başlıyorum”
Yeni dönemde projeler neler? Özellikle oynamak istediğin hikâyeler, oyuncular, yönetmenler var mı?
Yakında bir filme başlıyorum. Uluslararası bir proje, eylül ayında sette olacağım ve çok heyecanlıyım. Bir televizyon programı olabilir; çok beğendiğim bir fikir, bir format geldi.
Bir de ana akıma veya dijitale bir dizi olabilir, bakalım. Özellikle oynamak istediğim bir karakterden ziyade; özenle çalışılmış bir senaryo, derinlikli bir karakter, birbirine saygılı, huzurla çalışan bir ekip... Hayallerim öncelikle bu zeminle başlıyor ama hayallerim çok tabii :)))