Mehmet Yaşin
Sardalye'ye aşk mektubu
Hoş geldin gümüş pullum, kara gözlüm, lezzetlim.
Mektubu yazmakta biraz geciktim, kusuruma bakma. Yağlı vücudunu öylesine özlemişim ki, hemen her gün seni yemek istiyorum. Sana doyamıyorum, bu aylarda sensiz yapamıyorum.
Hasretim dayanılmaz hale geliyor!
Mektubuma başlamadan önce sana bir iyi bir de kötü haber vereceğim.
Kötü haber: Geçen yıl senin kılçıklarınla beslediğim kara kedi, geçen gün öldü.
İyi haber ise: Rakı Ansiklopedisine madde olmuşsun. Daha doğrusu bunu ben yeni keşfettim. Bağışla beni. Senin için, "rakının en lezzetli mezesi" diye yazmışlar. Gurur duydum.
Ayrıca İngiltere'de yapılan son çalışmalarda, Alzheimer belasına da iyi geldiğini keşfetmişler. Bir tanem, sen ne muhteşem bir balıksın.
Sen yokken, özlemini gidermek için senin hakkında yazılmış kitapları karıştırdım.
Okuduklarım göğsümü kabarttı. Kimi konserveni, kimi tuzlamanı, kimi iste kurutulmuşunu, kimi de mangal üstünde cızır cızır kızarışını övüyordu. Kıskandım. Başkalarının da seni sevmesine dayanamıyorum.
Meğerse senin adın, İtalya'nın Sardunya Adası’ndan geliyormuş. 15. yüzyılda, İngiliz balıkçılar bu adanın etrafında senin tonlarca arkadaşını yakalayınca, adını Sardalye koymuşlar. Bunları biliyor muydun?
Seni gidi gecelerin balığı!
Bu gece sevgisi başına neler açıyor, görüyorsun. Bu huyunu bilen balıkçılar, seni karanlıkta tuzağa düşürüyorlar. Aklını başına topla, şu gece gezme sevdasından vazgeç lütfen. Seni düşünmekten uykularım kaçıyor.
Düşündüm de, böylesine çok sevdiğim, toz kondurmadığım, rüyalarımda konuk ettiğim, yemeye doyamadığım bu gümüş pullu sevgilim hakkında ne kadar az şey biliyormuşum. İçime bir merak düştü.
Gelmişini geçmişini araştırdım.
Karadeniz’le Akdeniz arasında mekik dokuyormuşsun. Balıkçılar, Akdeniz’e inişine ‘Katavasya’, Karadeniz’e dönüşüneyse ‘Anavasya’ diyorlar. Neden böyle dediklerini ben de bilmiyorum. Bilse bilse Murat Belge bilir diye onu aradım ama ulaşamadım.
Aynı balıkçılar küçük kardeşlerine ‘Tirkos Vonozu’ adını takmışlar ama bunun da anlamını bulamadım. Balıkçılar sadece senin tuzlanmışına sardalye diyorlarmış. Benim için sen her şeklinle bir tane sardalyemsin. Bunu böyle bilesin.
SENİ TANIMAYAN SAHTEKARLAR VAR
Bir de seni Tirsi balığına benzeten sahtekarlar var. Sinir oluyorum onlara. Bazı uyanık balıkçılar, seni tanımayan cahillere, “Gel abi, bu sardalye Akdeniz’den geldi. Daha büyük daha yağlı” diye Tirsi’yi yutturmaya çalışıyorlar. Dünyanın en kılçıklı balığı Tirsi'yi sana benzetmeleri çıldırtıyor beni.
Bir zamanlar, okyanusu hatırlatan gri dumanın, Ortaköy'de evimizin bulunduğu mahalleyi sarardı. Rahmetli babamı aklıma getirdin! Onun, küçük bir mangalı (çingene) vardı ve seni çok severdi. Temmuz-Ağustos arasında mangalın üstünden seni eksik etmezdi. Caminin önündeki kayıklardan aldığı balığı bir güzel temizler, komşu bahçenin asmasından kopardığı yapraklara itinayla sarar, sonra ızgaranın üstüne dizerdi. Masayı bahçenin köşesindeki dev ceviz ağacının gölgesine kurardı.
Balık işine karışmayan annem, sumaklı soğanı, salatayı hazırlardı sadece. Babam rakıyı çay bardağında içerdi. Bir yudum rakı, bir tane sen, bir çatal soğan. Bu sıra hiç değişmezdi. Lodosun çevreye yaydığı koku, bazen birkaç konuğu peşine takar getirirdi. O zaman babam daha da keyiflenirdi. Sardalye kokusu, bardakların çınlaması, babamın küçük radyosundan yayılan şarkılar, erkek erkeğe anlatılan fıkralara atılan kahkahalar. Düşünüyorum da ne keyifliymiş o günler.
Şimdi vakitsizlikten, babamın izinden gidemiyorum. Seni yiyebilmek için, evimin biraz ötesindeki Parga adlı balıkçıya gidiyorum. Yeri gelmişken sana bir haber daha vereyim. Maltepe sahilindeki Parga'nın sahibi Cem, geçen yıl Tokat'tan getirdiği bir asmayı bahçeye dikmişti ya o büyüdü, yaprakları el ayası kadar oldu. Sordum, üzüm için değilmiş. Seni, onun yapraklarına sarıp sarmalayıp, mangalın üstüne koyacakmış. Bu asma çok özelmiş. Yaprakları biraz daha kalın, tadı daha ekşiymiş.
Balık hastası bu çocuk.
ASMA YAPRAĞIYLA GELEN TAT
Geçen hafta gittim. Asma yaprağı gerçekten de muhteşem bir ekşilik vermişti sana. Hele kızarmış derinin hafif acılığı, bu ekşilikle birleşince ortaya vahşi bir tat çıkmıştı.
Düşündüm de senin lezzetini anlatabilmek için insanın sağlam bir ruh yapısına sahip olması gerekir. Biliyor musun, sen diş etlerimi tahrik eden yegane canlısın aşkitom.
Aklıma ne kadar da çok anı üşüştürdün! Mesela Amerikalı yazar John Steinbeck’i hatırladım birden bire. Onun, ‘Sardalye Sokağı’ romanını aklıma düşürdün. Bir Los Angeles gezimde, üşenmemiş, o sahilin en güzel kasabası Monterey’e gitmiştim. Her zamanki gibi o romanın da bir kurgu olduğunu unutmuş, sardalye avından dönen balıkçıları, onların yanaştığı konserve fabrikalarını, kumarbazları, fahişeleri, ayyaşları, serserileri ve sanatçıları boş yere aramıştım. Hiçbirini bulamamış ama Monterey’i çok sevmiştim!
Ahhh gümüş pullu güzel, dünyanın en lezzetli balığı, rakımın en kıymetli mezesi. Aklıma neler getirmiyorsun ki! Mesela Lizbon’u. Kale’nin eteklerindeki daracık sokaklarda karşıma çıkan meyhaneyi nasıl hatırlamam ki! Yarı meyhane, yarı balıkçıydı sanırım. Çünkü, önce seni satın almış, sonra bir masaya oturmuştum. Yanıma küçük bir mangal getirmişlerdi. Ne içini ne de pullarını temizlemişlerdi. Yani senden "Bokluca Kebap" yapacaktım. O günü hiç unutamıyorum.
Bir de bana Sicilya'yı hatırlatıyorsun. Oraya gittiğimde sen balıkçı tablalarını süslüyordun. Her zaman yaptığım gibi arka sokaklarda lokanta arıyordum. Kaldırım kenarına atılmış masada oturanlar dikkatimi çekmişti. Kolsuz beyaz fanilalı (yıpranmış), haşmetli göbekli birkaç kişi yemek yiyorlardı. Öylesine iştahla yiyorlardı ki, dayanamadım “Afiyet olsun” dedim. “Buyur, otur” dediler. Aslında böyle bir konuşma geçmedi aramızda. Çünkü ben İtalyanca, onlar da İtalyancadan başka dil bilmiyorlardı. Bunları kendi dilimizle konuşmuştuk ama yine de anlaşmıştık. Arkalarındaki boş masaya oturdum. Yemekleri onlar ısmarladılar. Biraz sonra küçük masada tabaktan yer kalmadı. Hepsini anlatmayacağım ama sardalye kafalarından yapılan soteden mutlaka söz etmem lazım. Tarifini yarım yamalak İngilizce bilen garson verdi: Gövdesinden ayrılmış sardalye kafaları, içinde sarımsak, kekik, kırmızı pul biber bulunan sızma zeytinyağında bir güzel çevrilir. Kıtır hale gelince üstüne bol limon sıkılıp, sosuna ekmek bana bana afiyetle yenir.
Görüyorsun değil mi senin her yerini seviyorum. Sözü çok uzattım. Seni soğutmadan yalayıp, yutmam lazım.
Bütün tat alma duyularıyla senin kölen olan ben.