Savaşlardan yoruldu dünya

Savaşla uyuyup savaşla uyanmaktan daha kötü ne olabilir ki…
Dünyada savaş, sınırlarımızda savaş, sağlıkta savaş, ekonomide savaş.
En kötüsü de dilde savaş…
Yönetenlerin dili, savaş kışkırtıcılığı ve insanların ölümü…
Dünyanın yazarları, şairleri, çizerleri kısacası sanat dünyası barış söyler, barış yazar, barış çizerler.
Şair Bertolt Brecht diyor ki, “Her savaştan geriye üç ordu kalır. Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu.”
Savaşların üzerinden onlarca yıl geçse de doğada bile izleri varlığını sürdürür.
Ne şanssız kuşağız bizler…

8 ŞUBAT 1998, HİROŞİMA, JAPONYA
Japonya’da yapılan bir sendikal toplantı sonrası Hiroşima’ya gidiyoruz. Bir grup sendikacı ile Hiroşima Müzesi’ni ve Barış Parkı’nı gezeceğiz. Önceliği Hiroşima Müzesi ve film alıyor. Yarım saatlik o filmi izledik. Atom bombası üstünde yarım asır geçmiş hâlâ izleri doğada ve gönüllerde yaşıyor. Atom bombası saldırısında (6 Ağustos 1945, Saat: 08.15) hayatta kalan yaşlı bir kadın her hafta elinde bir buket çiçek, kolunda tespih ve yaktığı tütsüyle mezarlığa gidiyor.
İlk kez bir yaşlının acıyla derinleşen yüz ve el çizgileri bana yaşlılığın korkulmayacak güzelliğini yansıtıyor.
Barış Parkı’ndaki çocuklar renk renk kâğıtlardan turna kuşu yapıp uçuruyor.
Parktaki çocuklar gibi birer turna kuşu da biz uçuruyoruz.
O gezimde öğreniyorum ki turnalar Japon kültüründe de önemli yer tutuyor.
Bir efsanevi öykü de dinliyoruz. Sadako Sasaki’nin Öyküsü.
Hiroşima acıları ile dönerken Japon sendikacılara Nâzım Hikmet’in Kız Çocuğu şiirinden söz ediyor, Türkçe şarkıyı mırıldanıyorum:
“Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
···
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.”
Kadere bakın ki ülkemden uzakta, Hiroşima’yı, Irak-ABD savaşı konuşulurken geziyorum.
Ne savaşlar izledik, göçle gelen mültecilerin dünyada ve ülkemizde yaşadıklarına tanık olduk. Bu savaşların yarattığı proletaryaya karşı prekarya sınıfı ile biz de dünya da tanıştı. Prekarya sınıfını göçmenler, kadınlar, yaşlılar, gençler oluşturuyor. Dünya yeni güvensiz, örgütsüz prekarya sınıfı ile buluştu. Tüm bunlar savaşların yaratısı değil mi?

SAVAŞ ÖNCE ÇOCUK VE KADINLARI VURUYOR
Bakın Rusya – Ukranya Savaşı’na dünyanın gözü önünde kadınlar ve çocuklar ölüyor.
NATO ve Birleşmiş Milletler örgütleri toplanıyor.
Birleşmiş Milletler Örgütü 20. yüzyılda kurulmuş bir örgüt. Yenidünya düzeni, iletişim devrimi, 21. yüzyılın sorunlarını henüz tam anlamıyla kavramamış. Kısacası kendini güncellememiş bir örgüt ve örgütler topluluğu. O nedenle de yaptırım güçleri oldukça zayıf ve seyirciler.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üçüncü günü geride kalırken insanlığın önünde önemli bir sınav var:
Barışı savunmak, savunmakla yetinmeyip kalıcı barışı inşa etmek.
Tarihçiler konuşmaya başladı…
Timothy Garton Ash diyor ki: “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa’nın yüzünü sonsuza dek değiştirecek.”
Yuval Noah Harari ise “ İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan “Yeni barış” bugün çok kırılgan. İnsanlığın hangi yöne gideceğini bizim tercihlerimiz belirleyecek” diyor.
Ukrayna halkı çok çaresiz…
O çaresiz insanları izlemek yürek yakıcı, utanç verici, düşündürücü…
Aklıma Stefan Zweig’in sözü geliyor:
“Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi