Selçukluların muhteşem kadınları

Bu hafta Selçuklu döneminden kalma tabak/çanaklardaki kadın ve erkek tasvirlerini izledikten sonra yıllardır depreşmemiş olan Selçuklu sevdam uyandı. Gerek Lizbon’daki Gulbenkian Müzesi’ndeki süslü kadın/erkek resimlerinin olduğu sanat eserleri olsun, gerek Amerika’daki belli başlı koleksiyonlarda yer alan Anadolu Selçuklular ya da Pers diyarlarındaki Selçuklu eserleri olsun, hayran olmamak mümkün değil.

Selçuklu tarihi boyunca gerek Anadolu’da gerek İran ve Ortadoğu’da kadınları orduların başında, tahtta ya da edebiyatta müthiş mertebelerde görebiliyorsunuz.

Bu asırdaki (Türk mitolojilerinde tanrılar yurdu) kadını erkekten, erkeği kadından ayırmanın ne kadar zor olduğunu gözlemliyor, aynı boyutta, müthiş bir ahenk ve muhabbet içinde yer alan çizimleri analiz ederken ister istemez kadın-erkek eşitliğini düşünüyor, sosyolojik çıkarımlarda bulunuyorsunuz.

Dünyada pek çok ülkede gördüğümüz hiyerarşik ölçütte, ki bunu antik Mezopotamya’da da Mısır’da da Bizans sanatında da Orta Çağ’da da sık sık görüyoruz… Bir kişinin statüsünü, önemini, sosyal ya da siyasi anlamda üstünlüğünü betimlemek için onların daha büyük boyutta çizildiğini saptarsınız. Figür ne kadar büyükse o kadar mühimdir.

Çoğu Selçuklu eserinde, kadın ve erkek aynı boyda, benzer saç modellerine sahip, yani uzun saçlı ve benzer süsleri taşıyan kostümleri taşıyorlar.

Bazen hangi figürün kadın hangisinin erkek olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorsunuz.

SELÇUKLU KADINI VE ERKEĞİNİN EŞİTLİĞİ

Hal böyle olunca, 300 küsur yıllık Selçuklu tarihinde kadın ve erkek eşittir çıkarımında bulunmak istiyorsunuz.

Ama şeriat kanunu uygulayan, Sünni İslam’ı savunan ve medreselerde bu düşünceyi yayan toplumlarda hukuki ve siyasi anlamda kadın-erkek eşitliğini iddia etmek tabii ki imkansız.

Yine de göçebe Oğuz Türklerinden gelen bazı gelenekler, Bizans’tan kalma büyük şehirlere yerleşilince pat diye değişmiyor.

O yüzden de Selçuklu tarihi boyunca gerek Anadolu’da gerek İran ve Ortadoğu’da kadınları orduların başında, tahtta ya da edebiyatta müthiş mertebelerde görebiliyorsunuz.

Göçebe toplumlarının eşitlikçi hayat tarzının devamı olarak görebileceğimiz bu yapıdaki bazı kadınların çağdaşlarıyla kıyaslayıp hayatlarını araştırınca, onların çok daha şanslı olduklarını söylemek mümkün.

Bugün sizleri Selçuklu tarihinden birkaç kadınla tanıştırdıktan sonra bakalım siz de bana katılacak mısınız?

ERKEK İŞİ, KADIN İŞİ…

Selçuklu hatunlarının tarihi eşlerinden önce elçileri kabul eden, siyasette söz sahibi olan, şehirler kuşatılırken orduların başına geçen, savaş zamanı akrabalarına borç veren, vakıflar vasıtasıyla medrese, darüşşifa, camii, külliye vb. yapılar inşa ettiren pek çok kadından mürekkep.

Bu kadınların kimi muktedirin kızı, kiminin eşi, kiminin de annesi.

Çoğunun ortak özelliği, ailedeki erkekler cephede ya da şehir dışındayken ya da oğullarının yaşından dolayı ya da tecrübesizlikleri yüzünden onların naipliğini yapmaları.

Kısacası, çoğunun ne eğitim ne de iktidar açısından erkeklerden eksik bir tarafı var.

KADINLARIN EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞI

Çoğu ekonomik anlamda bağımsız ki bu Avrupa’daki kadınların durumuyla kıyaslayınca görülmüş şey değil.

Yasal olarak miras edinme, dükkan vb. kurum sahibi olma, kızlarını ya da kız kardeşlerine sahip çıkma bakımından onlara mülk bırakma gibi haklara sahip olmaları açısından da farklılar.

Eğitim konusunda da özellikle saray ve çevresindeki kadınlar dini bilgilerin dışında, edebiyat, tarih, musiki konusunda medreselerde okuyamasalar da özel ders alabiliyorlar.

Bazı hatunların kendi divanları bile var.

Mesela 1292-1295 yıllarında yaşamış olan Saffet Al-din Hatun nam-ı diğer Padişah Hatun Kirman hükümdarlığı yaptığı esnada Farsça bir divan kaleme alıyor.

Kendi adına sikkeler bastırıp hat sanatıyla da uğraşan Padişah Hatun’dan Marco Polo, kendi kardeşi Siyurgutmisti’yi rakip olarak görüp öldürten hırslı ve zeki bir kadın olarak bahsediyor.

EN PARLAK ÖRNEKLERDEN BİRİ: TERKEN HATUN

Selçuklu tarihinde benim için en parlak örneklerden biri Terken Hatun’dur zira o, Nizamülmülk gibi feylesof bir vezir tarafından bizzat karalanmış, adeta bir “kadınlar saltanatı” ve “entrikacı” yaftalamasıyla kendinden sonra gelen güçlü kadınlara bakış açısında arketip (ilk örnek) oluşturmuş inanılmaz bir kadındır.

Eşi Melikşah ile beraber hüküm sürüp eşinin yokluğunda onun koltuğunda oturmuş, eşi öldürüldükten sonra oğlunu tahta geçirmek için çabalayınca, Nizamülmülk onun üzerinden Siyasetname’sinin büyük bir bölümünde kadınların siyasete girmesinin tehlikelerini arz etmiştir.

terken-hatun.jpeg

KADIN HIRSLI OLUNCA…

Burada erkek hırslı ve savaşçı olunca matah; kadın, oğlu için iktidar mücadelesi vermeye kalkınca entrikacı bir yılan olarak resmedilir. Terken Hatun örneğinden hareketle liyakate önem vermeyen, yakınlarını kayıran, liderleri baştan çıkarma potansiyeline sahip, krallıklarda dengesizlik ve istikrarsızlık doğuran pek çok kadından örnek verilir.

Siyasetname’de patriyarkal Farsi idealin güçlü Selçuklu kadınların ön plana çıktığı dünyadan ne kadar farklı olduğunu görürüz.

Terken Hatun, oğlu Mahmud’u küçük yaşına ve Nizamülmülk vb. bürokratın muhalefetine rağmen savunur.

Burada Oğuz Türklerinin oturmuş sisteminin Abbasilerden ve Perslerden ne kadar ayrı bir mantaliteye sahip olduğunu anlarız.

OSMANLI SARAYLARINDA AYNI BAKIŞ

Terken Hatun’a reva görülen muamele daha sonra Osmanlı sarayındaki güçlü kadınlarda da karşımıza çıkar.

Pek tabii ki gücünü kötüye kullanan, beceriksiz oğullarının iktidarını ne pahasına olsun konsolide edip dizginleri elde tutmaya çalışan kadınlar vardır. Ama buradaki çifte standart barizdir.

Zaten bilime, eğitime yatırım yapmayıp geride kalmaya ve yenilmeye mahkum olmuş bir imparatorluğun düşüşünü bir avuç kadına ve onların saltanatına mal eden kimi tarihçileri okuyunca, tarafgir bakışlarının ne kadar sorunlu olduğunu görüyorsunuz.

BIRAKTIKLARI ÖLÜMSÜZ ESERLER

Selçuklu hatunlara geri dönecek olursak, son bir esatiri örnek vererek bu kadınlar ölse de geride bıraktıkları eserler vasıtasıyla ne kadar ölümsüz olduklarını hatırlatmak isterim.

1204 yılında vefat eden Gevher Nesibe Sultan’ın rivayet edildiği üzere kavuşamadığı bir sipahi yüzünden ince hastalığa yakalandığı, ölüm döşeğinde de abisi II. Kılıçarslan’a bir darüşşifa yaptırmasını vasiyet ettiği söylenir. (Güya abisi bu birlikteliğe karşı çıkmış, sipahiyi cepheye göndermiş ve adamcağız savaştan geri dönmeyince Gevher Hatun yıkılmıştır).

gevher-nesibe-sultan.jpeg

Aslında bu masalsı trajediyi değil, bir kardeşin ölü bir kız kardeşi adına böyle muhteşem bir tıp merkezi ve okulu inşa etmesini konuşmamız gerekir çünkü o yıllarda ihtiyacı olanlara ücretsiz sağlık hizmeti sunan böyle büyük yapıların yapılıyor olması hikâyenin ta kendisidir.

Sonuçta böyle bir sevda var mıdır, yok mudur, Gevher Sultan’ın üzüntüsünden verem olup olmaması kanıtlanamaz- ama eser Kayseri’de bin yıl sonra hala ayakta durup bizlere kadınların şu ya da bu şekilde nasıl ölümsüz olabildiklerini göstermektedir.

MAHPERİ HATUN’DAN RAZİYE, SEVGİ, SAADET HATUNLARA

Selçuklu tarihini karıştırdığımıza Mahperi Hatun’dan Raziye, Sevgi ya da Saadet Hatunlara kadar pek çok kadın karşımıza çıkıyor.

İşin ilginç tarafı bu coğrafyalarda 11-13. yüzyıllardan sonra dünyanın dört bir tarafına baktığımızda yüzyıllar boyunca onların ellerinde tuttukları gücün çeyreğine bile sahip olmayan kadınlardan geçilmiyor.

Yerleşik düzene kök saldıkça haklarından mahrum edilen kadınlar tarihi okumasında bu cesur, müstesna kadınlar ülkemizde de dünya tarihinde de yeterince tanınmıyorlar.

Ama biz onların tarihçelerini dillendirdikçe belki de günümüzde bu kadar şiddete ve haksızlığa maruz kalınan bir yerde, kadınların hala ikinci sınıf olduğu bir dünyada farklı bir varoluşun mümkün olabildiğini bize gösterebilirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi