Derya Kömürcü
Silahlara Veda
PKK’nın kendini feshetme ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı, kamuoyunda çok farklı biçimlerde tartışılıyor. Özellikle muhalif kamuoyunda haklı bir tedirginlik gözlemleniyor. Erdoğan iktidarının bir gün bile daha fazla sürmesine yol açabilecek hiçbir gelişme muhalif toplum kesimlerinden onay alamıyor.
Ancak her şeyden önce vurgulanması gereken, Hemingway'in o meşhur kitabının ismiyle söylemek gerekirse, “silahlara veda” başlı başına çok önemli ve güzel bir şeydir. Artık bu ülkenin yurttaşları çöp tenekelerinin yanından geçerken “acaba patlar mı” endişesi yaşamayacaksa, dağlarda, kentlerde kan akmayacaksa bu, uğruna şenlikler düzenlenecek bir gelişmedir.
İkincisi, normal bir ülkede bu gelişme, artık “söz” öne çıkacak, sivil siyaset gelişecek, terör bahanesiyle bastırılan her görüş ifade edilebilecek coşkusu yaratırdı. Türkiye'de yaratamıyor ve bunun çok haklı gerekçeleri var. İktidarın hem 23 yıllık pratiği hem de geldiğimiz noktadaki baskıcı, otoriter, düşman hukuku uygulayan hali, kimseyi böyle bir geçişin mümkün olduğuna inandıramıyor. Ancak yine de terörün olmadığı, terör suçlamasının olmadığı bir ortamda, halkın aktif katılımıyla birlikte siyasete geniş bir alan açılabileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir. En azından bunun için mücadele etmek gerekir.
Üçüncüsü, silahlara vedanın toplumsal ilişkilere yansıyan orta ve uzun vadeli etkileri olacaktır. 40 yıllık çatışma ortamı, toplumu zehirler. Tartışmanın neresinde durursanız durun, en insancıl pozisyonda bile zehirlenirsiniz. Ölüm korkusu kadar, öldürme zorunluluğu da bireyi baştan aşağı sarsan bir etki yaratır. Bugün toplumun bu kadar dipsiz bir şiddet sarmalına düşmüş olmasının nedenlerinden biri de 40 yıllık çatışma iklimidir. Kadın cinayetlerinden hayvan düşmanlığına, suç oranlarındaki artıştan uyuşturucu kullanımındaki artışa kadar içine düştüğümüz şiddet girdabını besleyen unsurlardan biri bu çatışma ortamıdır. Dolayısıyla silahlı mücadele devrinin son bulmasını yeniden bir toplum haline gelebilmemiz için önemli bir fırsat olarak görmek gerekir.
Kuşkusuz bugün iktidarın sergilediği baskıcı siyaset ortamında bu gelişmeyi bir bayram gibi yaşamamız söz konusu olamıyor. Ancak toplumu nasıl kuracağınız, barışın ne kadar mümkün olduğunu da içeriğinin ne olacağını da belirleyen temel etkendir. Ve tam bu noktada esas olan, siyasal aktörlerin o kurguya müdahale etmesi olacaktır. Toplumsal tepkiler verili ve değişmez değildir, değiştirilebilirler.
Biz Türkiye'de inanılmaz bir günlük siyaset bombardımanı altında yaşıyoruz. Günlük siyaset bizi hemen bugünü ve olsa olsa yarını düşünmeye sevk eder. Bu yüzden bir gelişme olduğunda ilk aklımıza gelen bu işin kimin işine yarıyor olduğu, oy oranlarına nasıl yansıyacağı türünden kısa vadeli analizlerdir. Bu bakış açısı uzun bir tarihsel perspektifle bakıldığında berraklaşan krizleri görünmez kılar.
Oysa tam da bugün görmemiz gereken iktidarın on yılı aşkın süredir devam eden krizi, bu krizin çeşitli veçheleri, onları atlatmak için yapılan stratejik hamleler, ittifaklar, verilen ödünler, topyekûn gerileme, bir bütün olarak iktidar zihniyetinin iflası ve bunun topluma yansımaları, yani toplumsal meşruiyetin yitişi, rıza üretme kapasitesindeki erozyon, iktidar bloğu içindeki çatlaklar, güç dengesindeki değişimlerdir. Zaten geniş toplum kesimlerinin siyasete katılım yollarını daraltmanın, siyasete katılımı sadece oy kullanmaya indirgemenin temel hedeflerinden biri de bütün bunları görünmez kılma gayretidir.
Bir adım geri çekilip bakarsanız görürsünüz. Bu iktidar, sosyolojik olarak kaybetmiştir. Belki bir iki yıl daha fazla yönetebilir. Belki Erdoğan bir seçim daha kazanmasını sağlayacak siyasal mühendislik hamleleriyle iktidarının ömrünü uzatabilir. Ancak defalarca gösterdiği üzere bu toplum, bu iktidarın üzerine giydirmeye çalıştığı gömleği giymeyi reddetmekte, çok üstüne gelinirse de yırtıp atmaktadır.
Toplum, aktif muhalif kesimleri aşan bir çoğunlukla iktidarın empoze ve inşa etmeye çalıştığı, hukuk tanımaz, baskıcı, otokratik rejimi kabul etmemektedir. Elbette tarih, toplumun rızasının olmadığı durumlarda, zor yoluyla inşa edilmiş pek çok rejime şahitlik etmiştir. Ancak Türkiye'nin tarihsel, toplumsal ve siyasal özellikleri itibariyle bunun o kadar kolay olmayacağını 19 Mart sonrası süreçte iktidar dahil herkes çok daha açık görmüştür.