Hüseyin Tapınç

Hüseyin Tapınç

Tüketim kalıpları

Türkiye’deki gelir ve servet dağılımının ne denli eşitlikten uzak olduğunu ve dünyadaki birçok ülkeyle kıyaslandığımızda bu açılardan listenin sonlarında yer aldığımızı biliyoruz.

TÜİK tarafından açıklanan 2024 Gelir Dağılımı İstatistikleri’ne göre, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik nüfus ulusal gelirin yüzde 6.3’ünü alırken, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kitle gelirin yüzde 48.1’ini alıyor.

Türkiye’deki gelir dağılımı adaletsizliğinin ve son yıllarda ne kadar yoksullaştığımızın en önemli göstergelerinden biri ise bu yıla ait hane gelir verilerinde bulunabilir.

Önce kısa bir bilgi ve hatırlatma: TÜRK-İŞ tarafından açıklanan açlık ve yoksulluk sınırı değerlerine göre, açlık sınırı 29.828 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 97.159 TL’ye ulaştı. 2025 yılı asgari ücreti 22.105 TL. Bu ücret, gelecek yılın başında yüzde 30’luk bir enflasyon artışıyla güncellense bile ulaşacağı rakam 28.736 TL olacak.

Yapılan araştırmalara göre toplumun yüzde 45’i asgari ücret ya da daha düşük bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Yüzde 21’i iki asgari ücret ve yüzde 20’si de üç asgari ücret düzeyinde bir gelire sahip. Dört asgari ücret ve üzerinde kazananlar ise toplumun yalnızca yüzde 14’ünü oluşturuyor. Dört asgari ücret dediğimizde yoksulluk sınırına ulaşmış oluyoruz.

Hanelerin gelir düzeyleri bize acı bir tablo sunuyor, peki tüketim cephesinde durum ne?

TÜİK, 2002 yılından bu yana hanelerin sahip oldukları geliri gıda, konut, ulaşım, eğitim ve giyim gibi 12 farklı alanda nasıl harcadığını kamuoyu ile paylaşıyor. Bu veriler bize bir toplumun nasıl yaşadığını, ekonomik gücünü ve kırılganlıklarını net bir şekilde gösterir, toplumun gelir ve refah düzeyini ortaya koyar. Toplumun temel ihtiyaç odaklı mı, yoksa deneyim odaklı mı yaşadığını tüketim alışkanlıklarından yola çıkarak değerlendirebiliriz. Tüketim alışkanlıklarına ait kalıpların yıllar içindeki değişimi bize toplumun nasıl bir dönüşüm geçirdiğini gösterir.

2001 ekonomik krizinin hemen ertesinde yayımlanan Hanehalkı Tüketim Araştırması bize o dönem hanelerin gelirlerini özellikle iki ana kalem etrafında harcadığını göstermektedir. 2002 yılında gelirin yüzde 26.7’si gıda ve alkolsüz içeceklere, yüzde 27.3’ü ise konut ve kiraya ayrılmaktadır. Üçüncü harcama kalemi yüzde 8.7 ile ulaştırmadır. 2002 yılında zorunlu tüketim harcamaları toplam harcamaların yüzde 58’ini oluşturmaktadır. Geriye kalan yüzde 42’lik pay ise toplumun nefes aldığı zorunlu olmayan tüketim alanlarına gitmektedir.

Bu değerler bize 2000’li yılların başındaki Türkiye’nin düşük gelirli ve sınırlı refaha sahip bir toplum olduğunu göstermektedir.

Günümüz değerlerine gelmeden, ara durak olarak 2018 araştırmasına bakalım. O yıl gıdanın payı ciddi bir gerileme gösterirken (yüzde 20.7), ulaştırma giderleri yüzde 18.3’e yükselmiştir. Konut ve kira giderleri ise yüzde 23.7’lik bir paya sahiptir. 2018’de gıda harcamalarındaki düşüşe paralel olarak zorunlu tüketim harcamalarının payı yüzde 48’e kadar düşmüş, zorunlu olmayan harcamalar yüzde 52’ye yükselmiştir.

Dolayısıyla, 2018 yılında gelir ve satın alma gücü anlamında bir iyileşme yaşanmış ve refah bir nebze de olsa artmıştır.

Zorunlu harcamalar dikkate alındığında, 2024 Türkiye’si 2018 yılına kıyasla hiçbir farklılık göstermemektedir. Ülkedeki refah artışı durmuş, durağanlaşmıştır. Zorunlu harcamaların tüketimdeki payı yine yüzde 48’dir. Zorunlu harcama kalemlerinde değişen tek şey, gıda harcamalarının yüzde 18’e gerilemesi ve barınma giderlerinin yüzde 26’ya yükselmesidir. Gıda harcamalarının toplam giderlerdeki payının düşmesi olumlu bir izlenim yaratsa da ülkede son derece önemli bir barınma sorununun yaşandığı bu rakamlardan açıkça görünmektedir.

2002 yılından günümüze geldiğimizde, 23 yıl boyunca Türkiye’nin ekonomik yapısında radikal bir dönüşüm olmamış; ülke, zorunlu harcamaları karşılamaya mahkûm, refah seviyesinde sınırlı iyileşme sağlayabilen bir görünüm sergilemektedir. Türkiye, temel ihtiyaç odaklı bir toplumdan, mobilite ve barınma krizi yaşayan bir topluma dönüşmüştür. Ancak, bu dönüşümün yoksullaşan, çalışanların gelirinin asgari ücret etrafında eşitlendiği, reel gelir kaybına uğradığı bir dönemde yaşandığının altı özellikle çizilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hüseyin Tapınç Arşivi

HUTBE

18 Eylül 2025 Perşembe 07:00

S.E.S.

21 Ağustos 2025 Perşembe 07:00