
Kaya Türkmen
“Türkiye Yüzyılı”
Tarih boyunca otoriter veya otoriterliğe özenen liderler, iktidarlarını pekiştirmek ve halkın desteğini almak için “altın çağ” vaatlerine sıkça başvurdular. Bu vaatler, genellikle toplumsal krizlerin yaşandığı dönemlerde, halkın umutsuzluğunu gidermek için bir kurtuluş umudu olarak sunuldu. Ekonomik zorluklar, toplumsal kutuplaşma ya da dış tehditler gibi sorunlar karşısında, liderler halkı tarihsel bir “yeniden doğuş”a çağırmaktan medet umdular.
Adolf Hitler mesela, Almanya’yı yeniden büyük yapma hedefiyle, “Bin Yıllık Reich” vaat ederken, Benito Mussolini “Yeni Roma İmparatorluğu” söylemiyle İtalya’yı eski Roma İmparatorluğu’nun gücüne kavuşturmaktan dem vuruyordu. Josef Stalin ise “Sosyalizmin Zaferi ve Komünist Cennet” adı altında işçi sınıfı öncülüğünde eşitlikçi bir toplum vadediyordu.
Günümüzde de Donald Trump “Make America Great Again” sloganıyla ABD’ye yeni bir “Altın Çağ” sözü veriyor. Vladimir Putin, Sovyetler Birliği’nin yıkılışının bin yıllık tarihin ürünü olan Büyük Rusya’nın sonunu getirdiğini söyleyerek “Büyük Rusya / Avrasya İmparatorluğu” özlemini dillendiriyor. Xi Jinping, Çin’in 2049’da tam anlamıyla süper güç olması anlamına gelen “Çin Rüyası / Büyük Yeniden Doğuş” hedefini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye’yi 21. yüzyılın lider ülkelerinden biri yapmak hedefiyle “Türkiye Yüzyılı” kavramını ortaya atıyor.
Bütün bu ütopyaların ortak özellikleri, geçmişe özlem içermesi, milliyetçiliğin köpürtülmesi, kurtarıcı lider imajıyla beslenen kişilik kültüne başvurulması, içeride birlik sağlamak için dış düşman yaratılması, güçler ayrılığı ilkesi çöpe atılarak yürütmenin ve liderin merkezileşmesi.
Bu ütopyaların temelinde toplumsal hafızanın seçici biçimde düzenlenmesi yatıyor. Geçmiş, yalnızca zafer ve gurur anlarıyla hatırlanıyor. Acılar, eşitsizlikler, çelişkiler, utançlar dışarıda bırakılıyor. Erdoğan’ın “ecdat” vurgusu ya da Putin’in Sovyet başarılarını ön plana çıkaran anlatısı, tarihin olumsuz ayrıntılarını gözardı eden bir kimlik inşasına yöneliyor. Ne “Nizam-ı âlem için kardeş katli caizdir” hükmünden söz ediliyor, ne Gulag kamplarından.
Bu kurgusal geçmiş ve vaadedilen gelecek, otoriter rejimlerin baskı araçlarını da meşrulaştırma işlevi görüyor. Muhalefet, “ülkenin yükselişini engelleyen hainler” olarak takdim ediliyor. Henüz tamamıyla ele geçirilemedilerse, medya, yargı ve akademi de “vesayet odakları” ya da “dış güçlerin uzantıları” ilan ediliyor.
Erdoğan döneminde OHAL ile yönetilen süreçler, Trump döneminde “deep state” retoriği, Putin’in sansür ve tutuklamaları hep bu meşruiyet kurgusuna dayanıyor. Toplum, baskının geçici değil, “kutsal bir yürüyüşün” kaçınılmaz parçası olduğuna inandırılıyor.
Ama bu gidişat kader değil tabii ki. Ütopyaların inşasında halkın duygusal enerjisi nasıl merkezi bir rol oynuyorsa, çözülmeleri de halkın eleştirel bilinciyle başlar.
Söylemle gerçek arasındaki uçurum büyüdükçe, liderin karizması aşınır ve hakikat yeniden görünür hâle gelir. Çünkü hakikat, bazen geç de gelse, sonunda kazanan tek şey o.
Sonuç olarak, altın çağ vaatleri bir kurtuluş değil, bir denetim ve tahakküm aracı.
Bu vaatlere karşı en güçlü panzehir ise tarihsel bilinç, eleştirel düşünce ve çoğulcu demokrasi.
Zaten Akape iktidarı ve Erdoğan’ın ekonomiden demokrasiye, çoğulculuktan özgürlüklere kadar bütün alanlardaki 23 yıllık sicillerine bakıldığında, “Türkiye Yüzyılı” olacaksa da bunlarla olmayacağı gün gibi ortaya çıkıyor.
Zaten öyle yargı bağımsızlığının yok edilmesiyle, basına, gazetecilere yönelik eziyetlerle, RTÜK baskısıyla, internet ve sosyal medya sansürüyle, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesiyle, grev yasaklarıyla, hakkında kesin bir hüküm verilmemiş ve bu nedenle masumiyet karinesinden yararlandırılması gereken insanların bizzat cumhurbaşkanı tarafından suçlu ilan edilmesiyle, adamın sesini, resmini bile yasaklamakla, tarımın köküne kibrit suyu dökmekle, açlık sınırına bile yaklaşamayan asgari ücretle, insanları askıda ekmeğe muhtaç etmekle, 23 yıllık iktidardan sonra halktan hâlâ sabır istemekle, İstanbul Sözleşmesinden çekilmek suretiyle cesaretlendirilen kadın cinayetleriyle, çevre katliamlarıyla, “fıtrat” diye geçiştirilen iş cinayetleriyle, yalanla, iftirayla, “turpunan, şalgamınan”, “ahtopotunan, kalamarınan” Türkiye Yüzyılı mı inşa edilirmiş?
Biraz abartmadınız mı? “Bunlara katlanalım, sonu güzel olacak” mı dememizi bekliyorsunuz?
Daha çok beklersiniz.