“Türkiye’de din ilk defa bu kadar yoğun tartışılıyor”

Felsefeci Sadık Usta yeni yayımlanan ‘Gençlerle Felsefe Sohbetleri’ isimli kitabında filozof Althusser’den hareketle “Kendini felsefeci saymayan fakat filozofça düşünmek isteyenlere” yönelik bir kitap hazırladığını belirtiyor. Sadık Usta, ‘Şüphenin Tarihi’ kitabında olduğu gibi gençler için yazdığı kitabında da evrimsel süreçten insanın dik durmaya başlamasına, ateşin bulunuşundan dilin gelişimine, tarım devriminden kent devletlerine, mitolojinin doğuşundan bilimsel gelişime kadar olan süreci anlatıyor. Ardından felsefenin doğuşunu okuyoruz. Felsefenin ne olduğunu ve ne işe yaradığını sorgulamamızı sağlayan Usta ile bir araya geldik ve kitabıyla ilgili merak ettiklerimizi sorduk.

ikili-fotografimiz.jpg
Eda Köprü Yılmayan - Sadık Usta

Düşüncenin esaret altında tutulduğu, hukukun yok sayıldığı bir ülkede felsefe bize ne sağlar?

Hukukun ayaklar altına alındığı, dinciliğin alabildiğine kışkırtıldığı ve devlet eliyle teşvik edildiği bir ülkede felsefe ne işe yarar? Tam da aslında böyle ülkeler için felsefe lazım çünkü konforun olduğu, sorunların göreceli olarak çözüldüğü toplumlarda insanlar felsefeye ihtiyaç duymuyor. Felsefe insanların yaşadıklarından keyif alarak hayatın anlamını bulmasıdır. Hayatınızın anlamının kaybolduğunu düşünüyorsanız o zaman mutluluğu da yakalayamazsınız. Çünkü rotasız bir gemi gibi sürüklenirsiniz ve bu, hiçbir koya ulaşamamak anlamına gelir. Halbuki her canlı varlığın bir hedefi, amacı olur ve o anlam doğrultusunda hayatına yön verir. Ülkemizde ciddi bir toplumsal, ekonomik, insani kriz var. İnsanların çoğunun depresif olduğunu, şiddet eğiliminin arttığını görüyoruz. Sokakta, toplu taşımada, evde kötü bir dil var, bağnazlık bunların üstüne biniyor. Şundan eminim: Türkiye’nin en az yarısı çoğunluğu kadınlar terapi alıyordur. Sadece ekonomik sorunlar değil bunlar. Ekonominin üzerine bir de hukuk sorunları giriyorsa artık devlet dediğiniz organizasyona güveniniz kalmadıysa, özgürlüklerinize, yaşam hakkınıza alışkanlıklarına müdahale ediliyorsa insanlar bunları sorguluyor. Türkiye’de din konusunun tartışıldığı en hararetli dönemden geçiyoruz.

Din konusunu ayrıca soracağım ama önce gençler için neden yazdığınızı öğrenmek istiyorum.

Uzun süredir felsefe kitapları üzerine araştırmalar yapıyorum ve yazıyorum, dersler veriyorum. Bana sıklıkla ailelerden çocuklarımızı felsefeye nasıl yönlendirebiliriz diye sorular geliyordu. Onlara çok sayıda öykü kitabı öneriyordum. Fakat felsefe kitapları konusunda sıkıntılar yaşadım.

Teorik kitaplar mıydı?

Didaktik kitaplardı. Damdan düşer gibi filozofların hayatını, öğretilerini anlatır ya da kavramlara girerseniz bu, 12-15 yaş grubunun ilgisini çekmez. Kitabımı yazmadan önce çevirisi yapılan Fransız ve Alman yazarların kaleme aldığı felsefe kitapları inceledim. Onları da beğenmedim. Madem ki öyle, ben yazayım istedim. ‘Şüphenin Tarihi’ kitabında da benzer bir dil tutturmuştum. O zaman liseli gençlere de sormuştum. Onlardan cesaret alıp yazdım.

Düşüncenin, şüphe etmenin nasıl başladığını evrimsel süreçle anlatıyorsunuz. Felsefeyi bu şekilde anlatmak düşünce dünyamızda felsefeyi nasıl algılamamızı sağlar?

Önce insan beyninin, zihnin nasıl çalıştığını anlatmam gerekir diye düşündüm. İlk defa bilgisayar kullanacak birine o bilgisayarın ne işe yaradığını anlatmanız lazım. Dolayısıyla ne işe yaradığını bildikten sonra da bu aletin nasıl kullanacağını öğretmelisiniz. Anlatırken de onun ihtiyaçlarından hareket etmeniz gerekir diye bir düşünce geliştirdim. Buradan hareketle insanın çekirdek aileden topluluklara doğru evrilmesi sürecinde beyninin ve zihninin geliştiğini anlatırsam felsefeye de neden bir dönem sonra ihtiyaç olduğunu anlatabilirim diye düşündüm. Onu anlatınca felsefe Yunanda mı Çin’de mi çıktı tartışmasını ortadan kaldırıyorsunuz.

Kavramlar üzerinden gidiyorsunuz. Bu evlilik, ahlak, cinsellik, pek çok şey olabilir. Bunlar üzerine düşünmek, tartışmak bir anlamda felsefe yapmak değil mi?

Kavramların anlamları gerçek anlamda kavranmalı, felsefe bunu yapmalı. Özgürlük diyorum ama özgürlüğün ne olduğunu bilmiyorsam ya da eşitlik diyorum ama yanımda çalışan insanı aşağılıyorsam, eşitlik kavramını demek ki oturtmamışsınız kafanızda. Özgürlük diyorsanız eşinizin kendi başına özgüvenli iş yapmasına müsaade etmiyorsanız o zaman eşitlik ve özgürlük kavramlarını anlamamışsınız demektir. Dayanışma diyorsunuz fakat arkadaşınızın önüne geçip ayağını kaydırmaya çalışıyorsanız. Önemli olan o kavramları anlamak ve hayatın içinde uygulamak. Benim en büyük sıkıntılarımdan biri; felsefeyi akademik dünyadan alıp yaygınlaştırmak. En azından sorgulamanın yöntemlerini öğretebiliriz. Şüphe duymayı öğrettiğinizde insanların özgürleştiğini ve kimlik kazandıklarını görüyoruz.

Felsefeyi “İnsanın sınırlı ve kıt bilgisiyle evrenin sonsuz bilgisine kafa tutmasıdır” diye tanımlıyorsunuz. Günümüze bu tanımı uyarlarsak değiştirmemiz ya da bu anlamı genişletmemiz gerekir mi? Yeni sorularımız ne olmalı ve günlük yaşamımıza felsefeyi nasıl sokarız?

İhtiyaçlarımızı eksiklere göre oluşturmamız lazım. Ben mesela ikinci eli seven biriyim. Evimde de kıyafetlerimde de kap kacakta da ikinci el kullanıyorum. Bunun önemli bir kültür olduğunu düşünüyorum. Evimiz, dolaplarımız o kadar dolu ki… Bunlar bize yük. Hazın peşinde soluk soluğa koşturuyoruz ama haz almadığımızı görüyoruz ve tatminsiz bir insan haline dönüşüyorsunuz.

“BİR ALMAN YILDA 12 KİLO GİYSİ ATIYOR”

Bir araştırmada Almanların en çok ihtiyaçları dışında şeylere sahip olduğunu okumuştum.

Bir Alman yılda 12 kilo giysi atıyor. Çok yüksek. Sahip olduğunuz her şey size bir yük getirir. Minimalist bir hayat öneriyorum. İnsanların ihtiyaçlarını bilinçli olarak belirlemesi gerekir. Eşyalara fazla zaman ayırırsanız sevdiklerinize vakit ayıramazsınız. Doğayla iç içe yaşamalıyız. Kutu gibi dairelerden çıkıp yılın belirli zamanlarında olabildiği kadar doğayla iç içe yaşamalıyız.

Bir felsefeci olarak boşa kürek çektiğinizi düşünüyor musunuz?

Aksine hep olumlu düşünürüm. Bana 45-50 yaşında özellikle de kadınlar üniversitede, açık öğretimde felsefe okuduklarını söylüyorlar. Bursa’da kalabalık bir grupla çalıştık. Onların sorgulayan gözlerini gördüğümde daha çok çalışmak istiyorum.

Peki neden kadınlar sizce? Felsefe tarihinde kadın sayısı çok az.

Sappho var ama çok az. 19.yüzyılla başlayan kadın hareketi dünyada bir özgürlük hareketi yarattı, kadınlara alan açtı. Son yıllarda dinciliğin teşvik edilmesiyle yaşam alanlarına müdahale edildiğini düşünen kadınların daha da aktifleştiğini görüyorum. Ters etki yapıyor. Kadınların üç alanda ilgilerinin arttığını gördüm. Birincisi okuma kültürü, ikincisi sanat diğeri de felsefe alanında. 150 yıl öncesine kadar erkeklerin hâkim olduğu alanlarda kadınlar öne çıktı. Bunu yazım alanında da görüyoruz. Felsefeye yoğun ilginin olduğunu şuradan da biliyorum. Youtube yayını yapan genç kadın akademisyenler varlar ve onları yüz binler izliyor.

kitap-kapagi.jpg

“GENÇLER ÖNCE DEİZME SONRA ATEİZME YÖNELİYOR”

Millî Eğitim Bakanlığı müfredatta felsefe, mantık derslerini azaltıyor onun yerine din dersleri ekliyor. Evrimi okullarda konuşamıyoruz bile. Ancak yine de dönüşen bir toplumda mızrak çuvala sığmıyor. Bu baskı karşısında din nerede duruyor? Dinin bir baskı mekanizması olarak kullanılması ona olan bağlılığı artırır mı yoksa bizi dinden mi eder?

Şu anda dinlerin hikayesini yazıyorum. İnançların ve dinlerin ortaya çıkması insanın zihinsel yaratıcılığının bir ürünü. Geleceği tahayyül ediyorsak bunun dinle de bağı var. Gelecek yaşamın devamıdır. Bu zihinsel yaratıcılık ölümden sonra ne var düşüncesiyle patladı. Her nesne gibi her şey bir süre sonra tersine dönebilir. Özellikle de kurumsallaşmış devletlerin olduğu toplumlarda olumlu bir olgu bir süre sonra olumsuz bir araca dönüşebilir. Şu sıralar Türkiye’de din, halkı cahil bırakılmak için kullanılıyor. Biyoloji kitabı yazılmış, müfredatta biyoloji dersi var ama bir tane evrim sözcüğü yok! Evrimi eleştirmek için bile evrim sözcüğü kullanılabilirdi, o da yok! Canlıları nasıl açıklayacaksınız? Bunu dini inançlarla açıklıyorlar ama bunu artık kimse yutmuyor. İletişimin yaygınlaştığını bir çağda gençler, imam hatiplere yönlendirilen çocuklar ya da ilahiyat fakültelerinde okuyan gençler bunu sorguluyor. Hatta hocalar sorguluyor.

Deizmin arttığını biliyoruz.

Evet deizm gelişiyor. Gençler, anne ve babalarının kendilerine vaaz edilen inançları yaşamadıklarını görüyorlar. Ahlaki öğretilerini bile ailelerinin uygulamadığını gören çocuklar önce deizme sonra ateizme yöneliyor. Yukarıdan pompalanan bir dincileşmenin şöyle bir yararı oldu: Türkiye tarihinde ilk defa İslam ve din bu kadar yoğun bir şekilde tartışılıyor. Medenice tartışıldığı yerlerde önemli sonuçlar alındığını görüyoruz. Din konusundaki bağnazlığı aşmak istiyorsanız o insanların yerine kendinizi koyun, hangi çevreden geldiklerine, hangi aile ortamında yetiştiklerine bakın, anlayın ve o insanların zihinlerindeki soruları çözebilmek için de derinlemesine araştırma yapın diyorum.

Günümüzde din de farklı yorumlanabilir.

Prof. Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Dücane Cündioğlu, Atasoy Müftüoğlu, Edip Yüksel, İhsan Eliçaık, geçmiş dönemde Yaşar Nuri, onun oğlu ilahiyatçılardan Mustafa Tahir Öztürk, Mehmet Aydın dini yeniden yorumluyorlar ve dini iktidardaki güçlerinizi korumak için kullanıyorsunuz diyorlar.

“FELSEFE, DÜŞÜNCENİN LAİKLEŞMESİDİR”

Kitabınızda dikkatimi çeken bölümlerden birinde “Felsefe, düşüncenin laikleşmesi ve sistemleşmesidir” diye yazıyorsunuz. Düşüncenin laikleşmesini biraz açabilir miyiz?

Sorgulama derken insanların kendi inançlarını, bu inançlar hurafeler de olabilir, evrenden enerji veya uzaylıların ya da mesajların geldiğini söyleyen spritüal gruplar var. Laik çevreler içinde bunlar da gelişiyor. Sadece tek tanrılı dinler değil bu inançlar da sorgulanmalı. Bu inançları sorguladığımızda kendi inançlarımızla toplum hayatını ayırmış oluyoruz.

Peki bilimle din hep çatışmak zorunda mı?

Hayır. Stephen Hawking’in kara delikler teorisinin fotoğrafı ilk defa 2019 yılında dünya çapında 25-30 devletin bilim adamının çalışmaları sonucunda çekildi. Ekibin başındaki Prof. Heino Falcke Alman astrofizikçi ve dindar biri. Kilisede zaman zaman vaazlar veriyor. Falcke “Dini ahlaki öğreti olarak alıyorum, dini doğa yasalarıyla karıştırmıyorum” diyor. Bunu yaptığınızda toplum hayatını laikleştirmiş oluyorsunuz. Ahlaki öğretilerimizin çoğu dinlerden gelir. Toplumlar inançla birlikte kimlik kazanmaya başlıyor. Taş devrinden bu yana insanlar çeşitli inançlar etrafında kendi topluluklarına kimlik kazandırdılar.

“TÜRKİYE’DE TAKIM TUTAR GİBİ SİYASET YAPILIYOR”

Felsefe toplumlarda aslında bir tartışma kültürü de yaratıyor. Siz de kitabınızda buna değiniyorsunuz. Bugünün siyasal, toplumsal yaşamında bu tartışma kültüründen söz edebilir miyiz?

Tartışma kültürü 20 yılda çok bozuldu. Argümanlar yerine küfür ya da aşağılama yaygınlaştı. Bunu iktidar destekliyor. Yukarıdan aşağıya küfürle, hakaretle insanların fikirlerinin, varlıklarının dahi önemsiz olduğu inancı yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bir jargon oluşturuldu. Bunlar dinci, bağnaz kültürün ifadeleridir. Tüm topluma, partilere, ideolojik yapılanmalara sirayet etti. Bunu sosyal medyada çok yaşıyorum. AKP’yi eleştirdiğimde AKPliler küfrediyor, CHP’yi eleştirdiğimde CHPliler küfrediyor. Tayyip Erdoğan bunu topluma kabul ettirdi. Takım tutar gibi siyaset yapılıyor.

Ben Türkiye’nin 20 yıl öncesine bir daha dönmeyeceğini düşünüyorum. Radikal bir devrim olmadan yeni kuşakları yeni bir idealle eğitmeden yeni bir toplum kuramayacağımızı düşünüyorum. Gelecek kuşakların bunu yaratabileceklerine dair inancımı da koruyorum.

Kitabınızın sonunda “Gülün gül ile tartıldığı bir dünya mümkündür” diye yazıyorsunuz. Bunu açar mısınız?

Bu bir ütopya. Ütopyalar her zaman mevcudun sınırlarını zorlayan ve bizi sürekli düşünmeye, başka bir şey olmaya teşvik eden bir idealdir. Bu özlemi bilince çıkarmamız lazım. Çatışmalar toplumlar var olduğu sürece devam edecektir.

sadik-usta-1.jpg

Sadık Usta Kimdir?

Sadık Usta, Stuttgart Üniversitesi ve Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde Tarih ve Siyasal Bilgiler okudu. 2012 yılında Goethe Üniversitesi’nde ‘Ütopya ve Devrim, Türkiye’de Modernleşme Hamleleri’ başlıklı master tezini verdi. Yazdığı ve katkıda bulunduğu kitaplar:

- Türk Ütopyaları / Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ütopya ve Devrim

- İlkçağ Ütopyaları / Mükemmel Toplum ve İlk Devlet Teorileri

- Dünyayı Değiştiren Düşünürler (dört cilt halinde yayımlanan seride Hint, Çin, Yunan, Roma ve Rönesans Avrupa’sı, Rönesans’tan Aydınlanma’ya, Fransız Materyalizmi, Amerikan ve Fransız Devrimleri, Ekonomi Politik Alman İdealizmi, Rus Halkçılığı ve Rus Marksizm, İslam Felsefesi kitapları yer alıyor)

- Fıçılarda Yaşamak – Sıradışı Devrimci Hayatlar

- Ütopya ve Masalbilim – Binbir Gece Masalları

- Şair ve Matematikçi Ömer Hayyam

Çevirileri:

- Ütopya, Thomas Moore

- Güneş Ülkesi, Tommaso Campanella

- Kapitalizmin Kısa Tarihi, Georg Fülberth

- Devrimin Cebiri: Hegel’den Marx’a Felsefenin Aşılması ve Gerçekleştirilmesi, Hans Heinz Holz

- Komünist Manifesto, Marx ve Engels.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi