Turpun Büyüğü, Operasyonun Derini...

DEM Parti ve onun öncülü olan partilerin yönettiği belediyelere kayyım atanmasına alıştırılmıştık. İşin içinde terör, bölücülük, vatana ihanet gibi kullanışlı argümanlar olduğunda nasılsa ses eden yoktu, itiraz etmeye kalkanlarınsa düşmanlaştırılması için bereketli bir zemin mevcuttu. Bunlar öyle uyuşturan kavramlar ki, kayyım atamalarının seçimden birkaç gün sonra olmasını bile affettirebilir. Yani kimse çıkıp da “Seçimden bir hafta önce bu suçlar, suça dair deliller, irtibatlar, iltisaklar yok muydu kardeşim?” diyemez; derse aynı çuvala giriverir, ne olduğunu da anlamaz.

Kayyım atamalarındaki yeni trend, ana muhalefet partisinin yönettiği belediyeler... Esenyurt ile başladı, geçtiğimiz hafta Beşiktaş ile devam etti. Esenyurt'un gerekçesi; alışılmış olan “bölücülük suçu, yasadışı örgütle irtibatlı olması” vesaireydi. Fakat, Beşiktaş ile ayrı bir perde açıldı; birtakım yolsuzluklardan, ihale usulsüzlüklerinden bahsediliyor. Tayyip Erdoğan’ın “Bu daha başlangıç, turpun büyüğü heybede” sözlerine CHP yönetimi doğal refleksif tepkisini verdi, bunu bir savaş ilanı olarak gördüğünü ifade ederek “Hodri meydan” dedi. Tepkinin düzeyini artırarak toplumsallaştırmayı başarabilecekler mi yoksa kırmızı kart misali tatlı su muhalefetine devam mı edecekler, göreceğiz.

Tamam, ortada bir dosya var. Kimse şu aşamada, yargı süreci devam ederken, CHP’nin refleksif tepkisinde olduğu gibi siyasi çıkışlar haricinde, bunun bir iftira olduğu iddiasında bulunamaz. Ancak, tamamını ispatlayamasak da emin olduğumuz bir şey var ki, ülkedeki yolsuzluklar muhalefet belediyeleri ile sınırlı değil. Malumunuz, Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yayınlanan Yolsuzluk Algı Endeksi isminde bir rapor var. Ve 2024 yılında listede olan ülkeler arasında 14 sıra daha gerileyerek Zambiya ve Gambiya’nın bile gerisine düşmüş olan bir ülkeyiz. Yani yolsuzluk algısı açısından tarihin en kötü dönemini yaşıyoruz. Bu başarı(!) herhalde salt muhalefet belediyelerine mal edilemez…

Şeffaflık deyince aklımıza Ahmet Davutoğlu geliyor. Davutoğlu bir siyasi etik yasası çıkarılması girişiminde bulunmuş ve bu girişim Erdoğan’dan veto yemişti. İşin özünde il ve ilçe başkanlarının mal beyanında bulunması gibi şeffaf demokrasilerde olması gereken şartlar vardı. Erdoğan’ın veto gerekçesiyse tarihe geçecek cinstendi, geçti de. Erdoğan, eğer böyle yaparlarsa “görev alacak il ve ilçe başkanı bulamayacaklarını” vaaz ediyordu. Dünyanın hiçbir gelişmiş demokrasisinde göremeyeceğiniz ve neresinden tutsanız elinizde kalacak cinsten bir açıklama...

Bir de 17-25 Aralık 2013 yılında yaşananlar var. Devletin kılcal damarlarına sızmış olan FETÖ, senelerdir biriktirdiği pislikleri ortaya dökerek bir operasyona yeltendi. Sıfırlama tapeleri, yolsuzlukla suçlanan dört bakanın durumu kokuşmaya yüz tutmuş bir çürümeye işaret ediyordu. Burada da toplumsal algı, yolsuzluk iddialarıyla suçlananlardan operasyonu yapanlara yönlendirildi. Meclis oylamasıyla bakanlar Yüce Divan’a gitmekten yırttı, meselenin de üstü örtüldü. Saymakla bitmez ya, üstünü örtme vakalarından söz etmişken Süleyman Soylu’nun bakanlığı döneminde İBB’deki yolsuzluk dosyalarına İçişleri Bakanlığı tarafından el konulması hadisesine de değinmeden olmaz. Velhasıl iş, sicil yarıştırmaya geldiğinde kimin kimin eline su dökemeyeceğine de bu durumda bırakalım toplum karar versin.

Bu gözden geçirmeler ışığında meseleyi anlamaya çalışırken, ülkede gazetecilik yapmakta direnen ve bir elin parmaklarını geçmeyecek insanlardan birisi olan Bahadır Özgür’ün birkaç gün önce yazdığı yazıdaki metafor ile aydınlanmak mümkün. “Soruşturma mı, operasyon mu?” diye soruyor Özgür. Bunu sormadan önce de Beşiktaş Belediyesi’ndeki soruşturmada adı geçen şirketlerin iktidar partisinin hâkim olduğu kurumlar ile ilişkilerini de uzun boylu anlatıyor. Eğer işler muhalefet belediyeleri ile sınırlı kalacaksa bunun bir soruşturmadan ziyade operasyon olarak tanımlanması gerektiği sonucuna varıyor ki, altına gönül rahatlığıyla imza atabiliriz.

“Kürt açılımı” kartının yeniden masaya sürülmesi, yeni anayasa tartışmaları, kayyım atamaları, muhalefet belediyelerinin silkelenmesi, kısaca son dönemde yapılanların tamamını bütüncül bir politika olarak okumak daha doğru geliyor. Kaybettiklerini geri kazanmanın yanında potansiyel rakiplerin devlet gücüyle alt edilmesi, CHP’de cumhurbaşkanı adaylığı bağlamında çatlaklar yaratılması, Bahçeli’nin eline havuç tutuşturulurken kendi ellerinde sopa olması seçim mühendisliği hamlelerinin veçheleri gibi görünüyor. “Türkiye Yüzyılı”nın payına da pozisyonu koruma girişimlerinin örtüsü olmak düşüyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi