Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Çemberin dışı

Bizi işe götüren belediye otobüsünün camından dışarı bakarken, önümüzden geçen görüntülerin hiçbirine dikkat etmezken, belleğinde kalıcılaştırmazken akan imgeleri… Oysa herkes kendisi gibi. Dikkat edemezken çünkü geçinemezken, borçlanırken, hayal kuramazken, tatil yapamazken, araba alamazken, cep telefonunu yenileyemezken, Hayko’nun konser biletine para ayıramazken ya da Simge’nin… Kısaca, bu ülkede insanı her gün 1200 devinimli sıkma programında çevirip savuran dev yıkama makinasının içinde kısacık bir an dahi yok mudur, hayatın, özgürlüğün, insanca yaşamanın ne olduğunu anlama ihtiyacı? Elimize verili olanın, dayatılanın bir içeriği olmadığını anlamak zor mu? Bütünü oluşturan kısır öğeler şurada, oysa. Fikir, düşünce ve öz olmuş bir koca para yığını, insanın suyunu sıka geliyor. Parayı kötüler istifliyor, gerçek sahipleri belediye otobüsünün içinde, yorgun camdan dışarı bakarken…

Ya da arabada.

Ya da servis minibüsünde, “Bu ay avans mı çeksem”, diye düşünürken…

Ötesi Yok

Farkındalığın ne olduğunun ucunu aralamak için öykülerimiz var bizim; efsaneler var, mitoloji var. Dünyanın her yerinde var. İçinde coşkunluklar var -ki amacı aklımıza pencereler açmaktan ve bizi dirençli kılmaktan başkası değil. Dirençli kalalım mı? İçeriğimiz bu olsun mu? Mitolojide insanca yaşama hakkını, eşit ve özgür yaşama hakkını sadece kendi gibi düşünenler için ayırıp kenara koyan zalimler ya da “tanrıların” izdüşümü dünyada olduğu gibi bizde de elbette fink atıyor. Kocaman kaya parçası aşağıya yuvarlandı, binlerce kez. Umarsız ve arsız kaya otobüsteki bizi, emekçileri bekliyor, en aşağıda sabit durduğu yerde. Kaya.

Kayanın Özgül Ağırlığı

Uzak geçmişte, yaşamda hepimiz adına bir şeyleri tecrübe etmiş insanların anlatıldığı söylenceleri biliyorsunuz. Belleğimizde kalıcı hale gelmesin diye, öğrenmeyelim unutalım diye çaba sarf eden iktidarlar, muktedirler, zalimler ve onların programları var. Oysa Sisifos kocaman bir gerçeklik, yıllar yıllar yıllar öncesinden. Sisifos Korint Kralıdır, bir ölümlüdür. Tanrıların ona ve ülkesine kazık attığını, üçkağıt yaptığını keşfeder ve yüzleşmek üzere tanrıların katına çıkar. Sen misin bizim tezgahı sorgulayan! Hem senin başka işin yok mu? Çok boş vaktin var, öyle mi! Tanrılar, muktedirler hemen kararı verirler: Sisifos’un cezası yararsız ve umutsuz bir çaba içinde yaşamaktır. Boşa geçmiş bir ömür duygusundan daha büyük ceza var mıdır?

Bilinçli İnsan

Bir kayayı dağın en tepesine çıkartmayla cezalandırılır, Sisifos. Heyhat! Tam tepeye ulaşınca orada durur sandığı kaya her çıkartışında aşağıya, yolun başına kayar. Sisifos çıkartır, kaya kayar. Hep çıkartır, hep kayar. Her gün aynı sonuçsuz uğraş içindedir. Yine sorayım; boşa geçmiş bir ömür duygusundan daha büyük bir ceza var mıdır? Bu söylencenin doğuşundan binlerce yıl sonra, 1942’de, Albert Camus “Sisifos Söyleni” isimli felsefi bir deneme yazdı (çevirisini Fransızca aslından Tahsin Yücel Hoca yapmıştı). İnsanın kendine yabancılaşmasını ve uyumsuzluk durumunun direniş ve başkaldırı ile aşılmasını anlatır, kitabında. Sisifos’un kayanın tekrar düşeceğini bildiği halde her seferinde tepeye kadar çıkarması bir noktada onun varoluşunun nedenidir, ona göre. Sonucunu bildiği halde azimle ve asla vazgeçmeyerek o kayayı tepeye çıkartmasının mutlu ve umutlu bir amacı vardır, diye düşünür Camus. Bu da başkaldırı ve direnişin ta kendisidir.

Son Söz Yerine

Umut aslında başkaldırının ta kendisidir. Albert Camus’ye göre saçma olanın, anlamsızca yinelenenin yarattığı yabancılaşmadan karamsarlık doğar ve insan bu karamsarlıkla mücadele eder. Sisifos’un yaptığı gibi, tanrıların kayıtsızlığına karşın her gün azimle yaşamını zirveye taşımaktan vazgeçmemeli, insan.

Direnmeli. Mücadele etmeli.

Yoksa her şey çok anlamsız ve saçma.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi