Pelin Batu
Azılı Maceraperest Julie d’Aubigny (La Maupin)
Tarih belgelere dayalı bir bilimdir. Heyhat bazı hayatlar yüzyıllar boyunca anlatıla anlatıla şekillenmiş, zamanla üzerine iliştirilmiş dedikodu, efsane ve tevatür onu olduğundan bambaşka bir kurguya taşımış, artık neyin gerçek neyin abartılı olduğunu ayırt etmekte zorlandığımız kişilikler de oluşmuştur. La Maupin hanımefendi tam da böyle bir yerde, esatir ve gerçeklik arasında duruyor. Bir kadın olarak katıldığı düellolardan kadın/erkek sevgilileriyle başından geçen maceraları, manastır yakmasından çılgın kaçışlarına kadar “yaşadığı” pek çok olay 18. ve 19. yüzyılda yazılmış romans romanlarına ilham vermiş. Peki ne kadarı doğru? Tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz, ne kadar korkusuz, deli-dolu bir kadın olduğudur.
Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1670 ya da 1673 yılında doğan Julie d’Aubigny, Fransız sarayında Güneş Kralı XIV. Louis’nin hükümdarlığı sırasında ahırlarında “master of the horse” yani “ahır beyi” olarak çalışan ve soylulara kâtiplik yaparak hizmet eden Gaston d’Aubigny’nin kızı olarak dünyaya geldi. Babası kızını bir erkek gibi yetiştirmiş, ona okuma yazma öğretmenin yanı sıra genç aristokratlara öğrettiği gibi eskrim ve binicilik dersleri de vermiştir. Julie d’Aubigny’nin hayatını anlatan tüm biyografilerdeki ortak nokta, gençliğinden itibaren Versailles ve çevresindeki askeri çevrelerde takıldığı, onların eğlence hayatının bir parçası olduğudur. Tıpkı kendisinden bin yüz küsur yıl önce müstehcen performanslar sergilediği için kötülenen İmparatoriçe Teodora gibi, Julie’nin de sanatsal yetenekleri ve güzelliği sayesinde sosyal merdivende tırmandığı ve belli ilişkileri sayesinde tanınmaya başladığı ima edilir.
ERKEKLERLE DÜELLO YAPIYOR
Belki de onunla ilgili en ilginç bilgi, “kadınlığını kullanıp” nüfuzlu erkekler vasıtasıyla bir yere gelmesi değil, androjen bir hayat tarzı benimseyip erkek kıyafetleri giymesi ve kılıç ustası olmasıdır. Onunla ilgili yazılmış pek çok eser, Julie’nin sadece eskrim öğrenmekle kalmayıp erkeklerle düellolara girdiğidir. Versailles çevresinde büyüyen biri için binicilik ve silah kullanmak gayet mümkün gözüküyor ama bunun o tarihlerde bir kadın tarafından yapılıyor olması onu müstesna yapıyor. 12 yaşından itibaren profesyonel eskrimcilere taş çıkartacak mertebeye geldiği ve erkeklere karşı müsabakalar kazandığı not edilmiş. Fakat onunla ilgili yazılmış pek çok düello hikâyesi kuvvetle muhtemel ki 19. Yüzyıldaki romancılar tarafından süslenerek ve abartılarak anlatılmış gibi gözüküyor.
MANASTIRDAN KAÇIŞ PLANI VE İDAM CEZASI
Julie d’Aubigny 14 yaşına geldiğinde d’Armanac Kontu Louis de Lorraine’in metresi oluyor. Kont, onun Saint Germain en Laye’in namlı bir soylusu olan Sieur de Maupin ile 1687 yılında evlendirilmesini sağlıyor. Böylece Julie “Mademoiselle” olmaktan çıkıp “Madame de Maupin” ya da kısaca, “La Maupin” oluveriyor. Ama evlenmiş olması, onun sanat/spor hayatını engellemiyor. La Maupin, eskrim ustası Séranne ile çalışmaya başlıyor. Séranne sayfiyedeki yasadışı bir düelloda bir adam öldürdüğü için polis tarafından kovalanmaya başlayınca, ikili şehri terk edip köye kaçıyor. Zamanın kroniklerinden bildiğimiz üzere La Maupin ve Séranne sayfiyede panayırlar, oteller ve tavernalarda kılıç gösterileri yapıp şarkılar söylüyorlar. La Maupin, bu gösterilerde erkek kılığı ile sahne alıyor, özel hayatında da bu şekilde boy göstermekten geri kalmıyor. Marsilya’ya vardıklarında Gaultier de Marseille’in opera grubunda görev almaya başlıyor. Burada olduğu sırada bir kadınla ilişki kurduğu, ailesinin de kızlarını Maupin’den kaçırmak için Avignon’da bir manastıra gönderdiği söylenir. Bunun üzerine La Maupin aşık olduğu kızın peşinden manastıra rahibe olma iddiasıyla girer ve şöyle bir kaçış planı kurgular; Manastırda ölü bir rahibenin cesedini, sevgilisinin yatağına yerleştirip odayı ateşe verdikten sonra beraber kaçarlar. Amaç, kızın çıkan yangında öldüğü sanılması dolayısıyla ikilinin özgürlüklerine kavuşmasıdır. Beraber birkaç ay geçirdikten sonra kız ailesinin yanına dönünce foyaları ortaya çıkar: La Maupin, “ölü rahibeyi kaçırma, kız kaçırma ve kundakçılık yapmak” suçlarından idamla yargılanır. O dönemde idam cezası, tıpkı Jean d’Arc’a yapıldığı gibi, yakılmaktır. Neyse ki La Maupin güneyden kaçıp Paris’e giderek kurtulur.
OPERA SANATÇISI OLARAK SAHNEYE ÇIKAR
Paris’te Mademoiselle la Maupin sahne adıyla Paris Operası’nda çalışmaya başlar. Hayatının bu dönemine dair çokça belge olduğundan, en azından opera sanatçısı olarak yaşadıklarının gerçekliği tüm detaylarıyla doğru kabul edilir. Operada soprano olarak başlayıp kontralto olarak devam eder. Zamanın ünlü bestecilerinin eserlerinde rol alarak saygın bir sanatçı olarak repertuar kayıtlarında adı geçer. Dangeau Markizi 1701 yılında kaleme aldığı günlüğünde, izlediği bir performansına dair onun “dünyadaki en güzel sese” sahip olduğunu yazar. Sahnede güçlü sesi ve özgün kişiliğiyle nam salar ve ünlenir. Brüksel gibi yerlere turnelere gider ve sahnedeki performansıyla dinleyicileri büyüler. Fakat şiddet ve macera onun kariyerinde de hikâyeleştirilmesine sebebiyet verir. Kimi anlatılarda operanın rekabet dolu dünyasında pek çok hayran edindiği gibi düşman da edindiği bilinir. Hatta opera sanatçısı Louis Gaulard Dumesny’yi operada bir kadına hakaret ettiği için dövdüğü söylenir. Biyografları, ortak bir şekilde bir baloda bir kadını öptüğü için aynı gece üç ayrı erkekle düello yaptığını yazarlar. Erkek kılığında dolaşması ve aleni bir şekilde hem kadınlar hem de erkeklerle ilişkide olması yüzünden dikkatleri üzerine çekmiştir. O yüzden de hakkında çokça rivayet çıkmıştır.
Kariyerinin sonuna doğru Florensac Markizi, Madame la Marquize de Florensac ile belki de hayatının en tutkulu ve mutlu günlerini yaşayacaktır. Fakat sevgilisi 1705 yılında vefat edince La Maupin operadan emekliye ayrılır ve kendini bir manastıra kapatır. Bundan sonraki hayatına dair pek bir şey bilmeyiz. Orayı yakmadığı kesindir! Onunla ilgili son belge, 1707 yılında yani 37 ya da 38 yaşındayken hayata veda etmesidir.
YAŞAMAKTA AYAK DİREYENLERE...
La Maupin öldükten yüz yıl sonra özellikle en sevdiğim romancıların başında gelen Théophile Gautier ve diğer yazarlar tarafından kült mertebesine kavuşur. Gautier’in 1835’te yayımlanan “Mademoiselle de Maupin” romanının önsözü, “sanat sanat içindir” felsefesinin ilk manifestolarından biridir. Orada okuduğumuz La Maupin, tabii ki tarihi bir kişiliğin ötesine geçmiş, Shakespeare’in ünlü “travesti oyunu” “As you like it” ile harmanlanarak mitolojik boyuta taşınmış bir kadına dönüşmüştür. Daha sonraları Virginia Woolf’un “Orlando” romanından da tanıdığımız bu şekil değiştiren, sergüzeştten sergüzeşte koşan kadın prototipi, yazarlar için biçilmiş kaftandır. Belki o yüzdendir ki Julie’nin La Maupin’e dönüştükten sonraki kısa hayatı hayalimsi bir kıvamda, sahne ışıkları altında altına bulanmış esatiri bir boyuta ulaşmıştır. O yüzden ölümünden yüzyıllar sonra onu unutsak da ilham verdiği pek çok opera, müzikal, tiyatro oyunu, roman, şiir ve hikâyede, farklı şekillerde karşımıza çıkacaktır. Biz onu farklı kostümlerde tanıyacak mıyız? Evet. Şayet, toplum normlarına kafa tutan, dilediği gibi giyinip yaşayan, sanatını en mükemmel şekilde icra edip insanların ruhuna yerleşen bir yetenekle karşılaşırsanız ki bugün bunlar gayet olası, ona “a la Maupin” diyebiliriz. Maupin gibi yaşamakta ayak direyenlere...