Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Çözümsüz gerilimler

Yetmiş küsur yıl önce meydana gelmiş bir olayın dokusunda hasta kafalı ve bir o kadar da korkak İsrail askeri taburu vardı. Bir baskınla ele geçirdikleri Filistinli genç kız vardı. Yaşı on iki ya da on üç. En fazla on üç. Kıza önce kötü davrandılar, sonra da tecavüz ettiler. Birkaç gün. Sonunda genç kızı öldürecekleri belliydi. Çöl kumuna gömdüler. Mezarı nerede bilinmiyor.

Bu, insanın içini darmadağın edip geçen olayın aslında geçmediği, öznesi/kimliği yer değiştirerek devam edegeldiği bir gerçek. İnsanın insana ettiği kötülüklerin bir listesi olsa… Aradan geçen onca yıla rağmen kendi topraklarında hala hapis hayatı yaşayan bir Filistinli gazeteci kadının çoktan çöl kumunun yediği, tükettiği Filistinli bedevi kızın ayak izini bulmaya çalışmasının öyküsü, “Küçük Bir Ayrıntı”. *

Hiç sonu gelmeyecek mi bu kötülüklerin? Azalıyor gibi dahi olmayacak mı? İnsan tüm bunların orta çağ adını verdiğimiz kimi karanlık geçen dönemde kaldığını düşünmek istiyor. Medeni insan olamadık mı hala? Oysa 5. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar derin toplumsal dönüşümler, jeopolitik çalkalanışlar ve inanç sistemleri dahil yeniden yapılanmalar yaşadık. Tarihi bilgiyi kavrayamadık mı, hala? Metinler arası düşünme pratiği ilk okul çağından itibaren insanın içine serpiştirilmeli.

UZLAŞMAK MI? YOK ÖYLE!

Çoktan çöl tozuna karışmış Filistinli kızın tanımadığımız, bilmediğimiz ama var olan gölgesi altında kavramaya çalışın: Tüm etnik, dini ve jeopolitik anlaşmazlıkların ortaya çıkışında, evriminde ve barış şemsiyesi altında birleşmemenin sürdürülen inadında para/pul işleri ve yanında din yok mu..  

Bakınız size birkaç örnek, hem de ortaçağdan. İki bin yıl önce Haçlı ordusu “Gidelim de şu bizim 7000km ötemizdeki kutsal toprakları İslamcıların elinden kurtaralım” cümlesinin kötü oyunculuğuna teslim oldu. Kutsal topraklar dediğimiz Kudüs’e varana kadar yolda Konstantinapol’e (İstanbul’a) uğradılar ve aynı Baba ve Oğul’una iman eden kardeşlerinin mallarını, canlarını, namuslarını yağmaladılar. Buradaki saf kötülük haline dikkat isterim. Midelerini, belden aşağı organlarını ve ceplerini doyurarak yollarına devam ettiler. Ellerinde altınlarla, değerli taşlarla, kölelerle Avrupa’ya geri döndüklerinde (çok azı dönebildi) onları oraya yönlendiren ortaçağ kilisesi ruhbanlarının yüzü gülüyordu. Aşırı kötülük ve vahşet uygulamalarıyla karakterize edilen meşhur Haçlı Seferleri aslına bakarsanız Müslüman ve Hıristiyan topluluklar (sonrasında devletler) arasında derin bir düşmanlık oluşturdu. Etkisinin bugün de devam ettiğini görmeyen var mı? Kaldı mı?  Ortaçağda yolsuz kalan kilise organizasyonu “İnsan şehit olacağını bilse bile gider, şehit olmak için gider” uyuşturucusunu pek güzel satmıştır.

KALICI SONUÇLAR

Yine ortaçağda, “Müslümanlar artık çok oldu. Onları topraklarımızdan çıkartalım” cümlesi ya da benzer cümleleri bu defa İber yarımadasında (şimdi İspanya ve Portekiz) Kral Ferdinand ve Kraliçe İsabella tarafından kurulmuş cümleler… Yıl, 1400’ler ama vahşeti andıran olaylar 700’lü yıllardan itibaren başladı. Müslümanların İber yarımadasındaki varlığı yedi yüzyıl boyunca devam etti ve hem ticari hem de sosyal anlamda güçlendiler. Eh, buna bir dur demek lazım diye düşünüp adına Reconquista (yeniden fetih) Hareketi dedikleri bir savaşı başlattılar. Çok uzun sürdü bu kanlı çatışmalar. Enerjisinden bir şey kaybetmemesi için dini ve etnik farklılık durumu sürekli beslendi. Arkasında kocaman bir bölünmüşlük ve güvensizlik mirası bıraktı bu “yeniden fetih” hareketi. Oluşan savaş ekonomisi krallara, hegemonlara yaradı, tabii.  Örnekler bitmiyor. 1300’lerde Balkanlarda Sırp İmparatorluğunun çöküşünden sonra yüzyıllarca sürecek bir etnik ve dini gerilimin tohumu atılmıştı. Yine onun dini ile bunun dini arasında…

Şimdi, düşünelim. Yukarıdaki örneklerde saldıran ve saldırılan grupların yerlerini değiştirelim. İslam savaşını başlatıp Kudüs’e giden Müslümanlar olsun, ortaçağda. “Gidin, şehit olun” fetvaları verilmiş olsun. İber yarımadasının padişahı, “Bu Hıristiyanlar çok oldu” demiş olsun. Balkanlarda etnik gerilimin ilk tohumunu Müslüman topluluklar atmış olsun. Yer değiştirme oyunu oynadık ama tarihte var. Peki, değişen bir şey oluyor mu… Savaş tüccarlarının, muktedirlerin, iktidar sahiplerinin zenginleşmesi dışında bir şey oluyor mu? Zenginlikten pay alıyor mu, halk?

Kumun önce örttüğü, sonra erittiği genç kızı hatırlayın. Develeri sulatıyordu, kuyudan biriken suda… Doğduğu yerdeydi. Kendisini en güvende hissedeceği yer olmalıydı, öyle değil mi?

İnsanın insana ettiği kötülüklerin listesini tamamlama çağı geldi. Ucundan tutarsanız, anca…

(*) Adania SHIBLI (2021); Küçük Bir Ayrıntı, Çeviren: Mehmet Hakkı Suçin, Can Yayınları, İstanbul.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi