Kaya Türkmen
Devlet vatandaştan yana mı?
Modern devletin varlık gerekçesi yurttaşlarını korumak, haklarını güvence altına almak ve kamu yararını gözeterek toplumsal yaşamı düzenlemektir.
Ancak son yıllarda Akape’nin elinde oyuncak olan devletin bu temel işlevinden saparak, yurttaşlarıyla karşı karşıya gelen bir aygıta dönüştüğünü gözlemliyor, “Devlet kimden yana?” sorusuna cevap arar hâle geliyoruz.
“Toplantı ve gösteri yürüyüşü” anayasal bir hak olmasına rağmen, birçok kentte valilikler tarafından keyfi biçimde yasaklanıyor. Kadınlar 8 Mart’ta, öğrenciler barınma talepleriyle, işçiler ise geçim sıkıntısıyla sokağa çıktıklarında, karşılarında kolluk kuvvetlerini buluyor.
Adalet mekanizmasının siyasal müdahalelere açık hâle gelmesi, devletin tarafsızlığına olan inancı kökünden sarsıyor. Osman Kavala’nın yıllardır süren tutukluluğu, Selahattin Demirtaş hakkında AİHM kararlarının uygulanmaması, Gezi Davası’nda hukuki temelden yoksun mahkûmiyet kararları, yargının iktidar lehine araçsallaştırıldığını gösteriyor.
Sandıkta seçilenlerin görevden alınması, DEM’li belediyelere kayyım atanması, halkın iradesinin yok sayıldığı örnekler oldu hep. 2019’da seçilen 65 HDP’li belediye başkanının tümünün yerine kayyım atanması, 2024’te seçilmiş DEM’li belediye başkanlarının ise 10’unun görevden uzaklaştırılması, yerel yönetimlerin kriminalize edilmesi ve merkezi yönetimle çalışamaz hâle getirilmesi, yurttaş ile devlet arasındaki bağı zayıflattı.
Kaz Dağları’nda, İkizdere’de, Akbelen’de ya da deprem sonrası Hatay’da devlet, halkın değil şirketlerin yanında konumlandı. Ağaçları savunan köylüler jandarma müdahalesiyle karşılaştı, doğal kaynaklar uluslararası ve yerli sermayeye tahsis edildi. Kamu yararı yerine rant gözetildi.
Son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın çeşitli dini cemaat ve vakıflarla imzaladığı protokollerle, eğitim alanı adım adım tarikatlara açıldı. “Değerler eğitimi” adı altında laik eğitimden sapmalar yaşanırken, Alevi yurttaşların Cemevlerinin ibadethane olarak tanınma talebi sistematik biçimde görmezden gelindi. Eğitimde fırsat eşitliği ortadan kalkarken, devletin ideolojik tercihleri belirleyici olmaya başladı.
Gazeteciler yıllardır terör suçlamalarıyla tutuklanıyor. RTÜK, muhalif yayın organlarını sistematik biçimde cezalandırırken, yandaş kanallar cezasızlık zırhı altında faaliyet gösteriyor. “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla açılan davalar 100 bine yaklaştı. Eleştiri, suç sayılıyor. İfade özgürlüğü anayasal güvenceye rağmen fiilen askıya alınmış durumda.
Türkiye 31 Mart 2025 yerel seçimlerinde sandıktan yeni bir siyasi harita çıkardı: CHP, 30 büyükşehrin 14’ünü, 51 ilin 21’ini alarak oyların %38,6’sını topladı. Seçim gecesi “milletin mesajını aldık” diyen iktidar, aradan üç ay bile geçmeden bu mesajı inkâr edercesine bütün devlet gücünü CHP’ye ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na yöneltti.
19 Mart’ta başlatılan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) hedef alan operasyonlarda, hukukun en temel ilkeleri paspas edilerek Başkan Ekrem İmamoğlu gözaltına alındı, 23 Mart’ta tutuklandı, 19 Temmuz’da da “savcıya hakaret” suçlamasıyla 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. Böylece 2022’deki tartışmalı “YSK’ya hakaret” davasının ardından ikinci kez siyasi yasak tehdidiyle karşı karşıya bırakıldı.
Daha iddianamesi dahi tamamlanmamış bu dosya hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan “şehir yağmacısı” diyebiliyor, iktidar medyası ise saatlerce “terör finansörü” altyazısıyla canlı yayın yapıyor.
Aynı soruşturma paketinde Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık da 19 Mart’ta gözaltına alındı, dört gün sonra tutuklandı. Akut lösemi geçmişine rağmen Çalık hâlâ F‑Tipi cezaevinde tutuluyor. İki kez hastaneye sevk edildi, 21 kilo kaybetti. Avukatları “hayati risk” diyerek tahliye istiyor ama mahkeme ret kararı veriyor.
Devlet, annesine el sallayamasın diye Çalık’ı hastanenin ikinci katından on birinci katına naklediyor.
İBB’nin pandemi döneminde yürüttüğü yardım kampanyaları engellendi, bağış hesapları bloke edildi. Toplu taşımadan sosyal yardımlara, öğrenci yurtlarından, kreşlerden istihdam projelerine kadar birçok belediye hizmeti, siyasi gerekçelerle hedef alındı.
“Devlet kimden yana?” diye sorduk biz de.
Tüm bu örnekler, Akape’nin yönettiği ve parti devletine dönüştürdüğü yapının tarafsızlığını yitirdiğini, yurttaşı korumak yerine denetleyen, bastıran, ayrım yapan bir aygıta dönüştüğünün kanıtı. Bu tablo sürdükçe yurttaşın devlete olan güveni azalmaya, toplumsal barış ve demokratik hukuk devleti ilkeleri zayıflamaya devam edecek.
Devletin “kimden yana” olduğu sorusunun yanıtını, artık istisnai örneklerde değil, yönetim anlayışının bütününde arıyoruz.
Ve görünen o ki, bugün devlet hak arayanı değil, yandaşı gözetiyor.
Parti devleti bizden yana olmadığını bağırıyor bangır bangır…