Haldun Solmaztürk
Erdoğan gerçeklikle yüzleşmek zorunda; İster kabul etsin ister etmesin.!
2015 yazında Türkiye ciddi bir siyasi kriz yaşıyor, hükümet kurulamıyordu. AKP’li ya da onsuz bir koalisyon kaçınılmazdı ama Erdoğan iktidarda tek başına kalmakta kararlıydı.
Ona göre, 10 Ağustos 2014 seçimleriyle Türkiye ‘yeni bir döneme’ girmişti; “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir” diyordu. Şimdi yapılması gereken “Bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir anayasayla netleştirilmesiydi”.
Yeniden seçime gidilmeliydi; Erdoğan’ın görev verdiği Davutoğlu 40 gün ‘top çevirdi’ ve anayasal sürenin bitimine 5 gün kala ‘hükümeti kuramadım’ diyerek görevi iade etti. Anayasa gereği, Erdoğan görevi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na vermeliydi ama yapmadı.
O, “Beştepe’nin adresini bilmeyenlere hangi görevlendirmeyi yapacaktım?” derken, Kılıçdaroğlu—ve etrafındakiler—tarihi bir gaflet içinde aldırmadılar, tepkisiz kaldılar…
O süreçte Davutoğlu’nun 17 Ağustos 2015 günü Meclis’te Bahçeli’yle yaptığı bir görüşme vardır. Bir gün önce, “Türkiye'nin yönetim sistemi değişmiş! Hayırdır, bu ülkede savaş veya darbe oldu da biz mi kaçırdık?” diyen Bahçeli, “Erdoğan’ın yasal yetki sınırları içine çekilmesini” ister ama Davutoğlu “Sayın Cumhurbaşkanı, koalisyon görüşmelerinin konusu olamaz. Kendisinin tartışılmasına ve eleştirilmesine burada müsaade etmem” der.
Aynı Bahçeli sonraları, Erdoğan kendiliğinden ‘yasal yetki sınırlarına’ çekilmediğinden yasal yetkilerin Erdoğan’ın keyfine göre genişletilmesini isteyecek ve destek verecektir.
Bugünlere işte böyle geldik…!
O gün bugün, muhalefet liderleriyle ne bire bir ne de toplu olarak yüz yüze görüşmesi olmadı. Ancak telefonla ‘bayram tebriği’ ya da nadiren de olsa çay sohbetleri (!) var. Temel sebep Davutoğlu’nun bile tahammül edemediği ‘eleştiriye’ kendisinin hepten tahammülsüz olması.!
O yüzden, sekiz ay kadar önce, “Erdoğan, Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin liderlerini toplu halde külliyeye davet edecek” haberi büyük heyecan yaratmıştı; inanılamayacak kadar gerçeküstüydü. Aynı nedenle, geçen ay Meclis’in açıldığı gün önce Numan Bey’in odasında akşam da resepsiyonda bazı siyasi ‘liderlerle’ birlikte verdiği fotoğraflar da heyecan yarattılar.
Ona bakarsanız, "Liderlerle beraber çok samimi bir havada görüşmesini yapmış". ‘Görüşme’ dediği, tıklım tıklım bir odada, 10-15 dakikalık, kahvaltı tabaklı, simitli çay sohbeti. Babacan, “Orada 200-300 kişi vardı, zaten o ortamda hiç kimseyle hiçbir şey konuşulmaz” diyor.
İşte sorun tam olarak bu; siyasilerin ülke sorunlarını Erdoğan’la konuşabileceği bir ortam hiç olmadı, olmuyor. Bu durum Erdoğan’a gerçeklikten kaçabileceği, etrafındakilere de gerçekliği ondan saklayabilecekleri bir konfor alanı, sahte bir gerçeklik yaratıyor.
Artık, yasama yılı açış konuşması dışında Meclis’e gelmesi bile gerekmiyor. Bütçe dahil tüm kanunları, sınır ötesine asker gönderme hatta ülkeye yabancı asker konuşlandırma kararlarını bile onun adına birileri Meclis’ten geçirebiliyorlar.
O, ona ne kadarı aktarılırsa o kadarını biliyor ama yalın gerçeklikle hiç yüzleşmiyor…!
Bir zamanlar televizyon programlarına katılırdı; 2007’deki “Gemi var, gemicik var.!”, 2015’teki “320-330 bin liralık araç lüks müdür?” örnekleri akıllardadır; sonra tamamen kesildi. Artık, uçakta gezdirilen ‘gastecilerin’ ellerine tutuşturulan soru ve cevaplardan oluşan ‘tiyatoralar’ var.
Gerçi dış gezilerde birkaç kaza yaşandı; 2021’de CBS’in, “Özgürlükler noktasında bizim zaten bir sorunumuz yok” röportajı, 2022’de PBS’in “Amerika’da, Fransa’da raflar boş” röportajı, en son NBC News’un röportajı gibi. Ama sonrasında iletişimciler onları da kestiler.
Artık sadece yabancı dergilere verilen metinler ya da paralı reklamlar var; onlarda ‘soru’ yok.
Yine de dışarıdaki basın toplantılarında, ne kadar çabalasalar da soruları tam olarak kontrol etmek mümkün değil; en son NATO zirvesi sonrası böyle olmuş, sorulan sorularla verilen cevaplar bir türlü buluşamamıştı. Ama oralarda da gerçeklikle araya tercümeler girebiliyor.
Fakat yabancı liderlerle görüşmeler ve sonrasında ortak basın toplantıları hala büyük (!) sorun. Toplantılara çözümü ‘aileden’ tercümanla buldular; basın toplantılarında gerçeklikle yüzleşme riskini (!) en aza indirmek için de sorular önce ikiye şimdilerde bire indi.
İki hafta önce Şansölye Merz’in yanında—aynı 2021’deki CBS röportajında olduğu gibi, “Türkiye demokrasiyi dünyada en iyi işleten ve işleyen bir demokrasi ülkesidir” dedi ama salonda bu gerçeklik algısını sorgulayabilecek ne bir gazeteci ne de soru fırsatı vardı.
Öte yandan Meclis’te çalışır gibi (!) yapan tek komisyon Plan ve Bütçe… AKP görevlisi Başkan -- Allah var -- muhalefeti sabırla dinliyor, onlar da içlerini döküyorlar ama sonunda Saray’ın metni, noktası virgülü değişmeden Genel Kurul’a geliyor, aynı ritüelle kanunlaşıyor.
Muhalefet meydanlarda, henüz TMSF’ye devredilmemiş birkaç kanalda çırpınıyor; henüz tutuklanmamış birkaç gazeteci ve akademisyen dilleri döndüğünce gerçekleri paylaşıyorlar.
Bunlar olurken Erdoğan, İletişim Başkanlığı adlı devasa propaganda örgütünün desteğiyle, önüne konmuş metinleri okumaya, görevli ‘gastecilerin’ sözde sorularına cevap vermeye, “En iyi işleyen demokrasi, en özgür basın ve en güçlü ekonomi bizde” demeye devam ediyor.
Yani, günün sonunda değişen hiçbir şey yok; Erdoğan—ve etrafındakiler—tüm sorunları yok sayabildiği bu konfor alanında çok rahat ve kendi gerçekliğini dayatmaya devam ediyor.
Godot’yu bekler gibi beklediğimiz o zirve, Godot gibi, hiçbir zaman gelmeyecek.!
Bu kısır döngü sürecek; ta ki Erdoğan bu konfor alanından çıkmaya zorlansın…
Bunun -- belki de tek -- yolu Erdoğan’ın gerçeklikle yüzleşmek zorunda bırakılmasıdır.
Muhalefet liderleri, açıkça, Erdoğan’ı bir liderler zirvesine zorlamalıdır.
Mevcut koşullarda hem onlar hem de -- 23 yıl sonra -- Erdoğan buna mecburdur.!
İsteseler de istemeseler de.!