Hüseyin Tapınç

Hüseyin Tapınç

Futbol

“Futbol sadece futbol değildir” sözünün en çok doğruluk kazandığı topraklardan birinin üzerinde yaşıyoruz.

Futbolun tarihi boyunca toplumu siyasi amaçlarla dizayn etmek için bir araç olarak kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Totaliter Salazar rejiminin yaklaşık 40 yıl boyunca Portekiz’i yönetmek için dayandığı meşhur 3 F’den biri olan futbol bu yönüyle hepimizin hafızalarına kazınmıştır.

Ülkemizdeki futbol ve siyaset ilişkisini daha yakından kavramak için yalnızca iki spor kulübünün - Amedspor ve Bursaspor - ve taraftarlarının yakın dönem tarihlerini incelemek, Futbol Federasyonu’nun bu kulüplere yönelik tutumunu değerlendirmek yeterlidir.

Futbolun mevcut düzenle ilişkisi yalnızca siyasetle sınırlı değildir; bundan daha geniş bir çerçevede, futbol toplumsal ideolojiyi yeniden üretme işlevini görmektedir. Günümüzde eğlence endüstrisinin en güçlü aktörlerinden biri haline gelen futbol, erkek egemen ideolojinin yeniden üretildiği en belirgin alanlardan biri konumundadır.

Futbol, geleneksel erkeklik kodlarının belirginleştiği ve hegemonik erkeklik hallerinin yeniden üretildiği bir arenadır. Futbol aracılığıyla fiziksel güç, rekabet, hırs, mücadele, cesaret ve dayanıklılık gibi kavramlar “ideal erkeklik” normları olarak topluma sunulmaktadır.

Futbol dünyasının söylemleri kadınları, kadınlığı ve LGBTİ bireyleri zayıflık, yetersizlik, iktidar yoksunluğu gibi kavramlarla ilişkilendirir. Bu yaklaşım, erkekliği gücün ve başarının taşıyıcısı olarak konumlandırır ve toplumsal hiyerarşinin normlarını yeniden üretir.

Futbolun siyaset ve erkek egemen ideolojiyle kesiştiği en çarpıcı örneklerden birine geçtiğimiz hafta şahit olduk. Sivassporlu sporcuların Sivasspor - Fenerbahçe maçına “Normal Olan Doğal Doğum” yazılı pankartla sahaya çıkmaları bir anda kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.

Bilindiği üzere Hükümet, 2025 yılını Aile Yılı ilan etti. Bu kararın arkasındaki asıl motivasyon, toplumsal kurum olarak ailenin karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm üretme çabasından ziyade, ülkede düşen doğurganlık oranına müdahale etme isteğidir.

Hükümet, geliştirdiği politikalarla sadece doğurganlık oranlarını artırmayı değil aynı zamanda değişen hane yapıları, aile biçimleri, evlilik ya da boşanma gibi toplumsal pratikleri de kontrol altına almayı hedeflemektedir. Doğurganlığı artırma hedefi, bu geniş kapsamlı toplumsal mühendislik projesinin yalnızca bir parçasıdır.

Aile Yılı uygulamasıyla birlikte Hükümet, kadın bedeni, aile kurumu ve toplumsal düzen üzerinde otorite kurarken, tehdit olarak gördüğü LGBTİ bireyler üzerinden muhafazakâr politikalarına yeni bir alan açmayı amaçlamaktadır.

Sivassporlu oyuncuların taşıdığı pankart, Hükümet’in futbolu bu amaçla ilk kullanışı değildi. Daha önce de futbol kulüpleri sahaya “En Büyük Ailemizin, Türkiye’mizin 2025 Aile Yılı Kutlu Olsun” yazılı pankartlarla çıkmışlardı. “Normal Olan Doğal Doğum” pankartı ise bu ideolojik gösterinin ikinci perdesini temsil ediyor.

Bu ikinci perde, erkekliğin en kutsal mekanlarından biri olarak görülen futbol stadyumunda sergilendi. Bu mesajın bir stadyumda verilmesi tesadüf olmaktan çok uzak ve verilmek istenen mesaj çok açık: “Kadın bedeninin asıl sahibi erkektir, bu beden üzerinde erkeklerin hakkı vardır.”

Şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin demografik olarak ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğu da doğru bir değerlendirmedir.

Düşen doğurganlık oranı ve Covid sonrası dönemde yeniden artış gösteren ortalama yaşam süresi gibi nedenlerle Türkiye nüfusu hızla yaşlanmakta ve kendini yenilemekte zorlanmaktadır. Daha önce çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi Türkiye, Batılı ülkelerden farklı olarak zenginleşmeden yaşlanmaktadır. Önümüzdeki on yıllar Türkiye için çok zorlu bir döneme işaret etmektedir.

Ülkedeki doğum sayısının azalmasının yanı sıra dikkat çeken bir diğer konu da doğumların niteliğine, yani doğum türlerine ilişkindir.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, doğum türleri arasında sezaryen doğumun ideal oranı yüzde 15’tir. Bu oran ABD’nde yüzde 32 ve AB ülkeleri ortalamasında da yüzde 28 civarındadır ve DSÖ’nün tavsiye ettiği oranının oldukça üzerindedir. Türkiye’deki sezaryen doğum oranı ise yüzde 60’ın üzerindedir.

DSÖ’nün ve Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın sezaryen doğum oranlarını kontrol altına alma çabasının ardında hem doğurganlık ve sağlıkla ilgili kaygılar hem de sezaryen doğumların sağlık sistemine getirdiği ekonomik yükü azaltma hedefi yer almaktadır.

Türkiye siyaseti bugün bir kez daha kadın bedeni üzerinden şekilleniyor.

Bir yanda “doğal doğum”u – ki bu kavramın kendisi bile dayatılan ideolojik çerçeveyi açıkça ortaya koyuyor - tavsiye eden Hükümet; diğer yanda ise “bu benim bedenim, bedenimden elini çek” diyerek bu politikalara karşı duran kadınlar var.

Kadın bedeni üzerinde kurulan her türlü tahakküm girişimi, yalnızca toplumsal cinsiyet eşitliğini değil aynı zamanda farklı bedenlerin, kimliklerin ve varoluş biçimlerinin meşruiyetini hedef alarak otoriter toplumsal düzenin yeniden inşasına hizmet ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hüseyin Tapınç Arşivi

Servet

12 Haziran 2025 Perşembe 07:00

Yaren

19 Mart 2025 Çarşamba 12:41