Yaşar Seyman
Gel, Bir Gazze Yazalım Dünyaya…
Suskun kalmış vicdanların, ekranlardan bıkkınlıkla geçtiği görüntülerin arasına, gerçek bir insan öyküsü koyalım. Yıkılmış binaların değil, yıkılmamış umutların altını çizelim. Çünkü Gazze sadece bir coğrafya değil. Gazze, dünya sustuğunda haykıran bir çocuğun sesi! Gazze, kurşunlardan daha hızlı büyüyen bir direnişin adı!
Ve Gazze, hepimizin sınavı!
Bize yıllarca “öteki” diye öğretilen bir halkın en insani çırpınışlarına tanık oluyoruz. Ama artık tanık olmak yetmez. Çünkü bu bir seyirlik acı değil, bu bir çağrı. O yüzden diyorum ki: Gel, bir Gazze yazalım. Sessizliğin orta yerine bir sözcük bırakalım. Sözcükler yetmez demeyin! Bazen bir cümle bile bir duvarı çatlatabilir.
Orada, her yeni gün bomba sesiyle uyanıyor çocuklar. Sabahlar, onlar için yaşamda kaldıklarına şükrettikleri anlar. Bir annenin elinden bir çocuğu aldılar, sonra bir başka elden bir yaşam daha… O anneler hâlâ dua ediyor, hâlâ “sabır” diyor. Bu nasıl bir sabır, bu nasıl bir iman? Biz buradan anlayamayız belki, ama susarsak onların acısını çoğaltırız.
Gazze: Vicdanın Sustukça Derinleşen Yarası
Bugün bir yazar olarak değil, bir insan olarak yazıyorum bu satırları. Kalemi elime aldığımda, ekranlarda sıradanlaştırılmış bir acının içine düşüyorum: Gazze. Evet, haber bültenlerinde görüp geçtiğimiz, “Yine mi?” deyip başka kanala çevirdiğimiz, kalbimizi rahatsız ettiği için çoğu zaman bilinçli olarak görmezden geldiğimiz o yer Gazze!
Orada siren sesleri, çocuk ninnilerinden daha tanıdık. Bir baba çocuğuna saklanmayı öğretiyor, koşmayı, susmayı… Bir annenin elleri dua etmekten nasır tutmuş. Ve her şeyin ortasında, hala bir avuç umutla yaşayan insanlar var. Her bomba, bir evin duvarını değil, aslında insanlığın vicdanını yerle bir ediyor. Farkında mıyız?
Ne yazık ki ilk baktığımız şey sayılar oluyor: “Kaç kişi öldü? Oysa Gazze’de sayıların dili yok! Orada ölen sadece insanlar değil, gelecek düşleri, yaşamlar. Yıkılan sadece evler değil, çocukluklar. Ve her sayı, ardında bir isim, bir yaşam bir öykü bırakıyor.
Gazeteci olmak, sadece olanı anlatmak değil, bazen olmayan sesi duyurmaktır. Gazze’de ses yok! Çünkü orada elektrik yok! İnternet yok! Nefes bile zor! Bir halk zulme, açlığa direniyor. Gazze küçücük bir toprak parçası, devasa güçlerin karşısında iradesiyle ayakta durmaya çalışıyor. Ve dünya, bu sessiz çığlığa kulaklarını tıkıyor.
Dünya dedikleri şeyin adaleti hep aynı yerlerde bozuluyor. Mazlumun kimliğine göre belirleniyor ses tonu. Gazze’de yıkılan bir okulun ardından ağlayan çocuk, Ukrayna’dakiyle aynı değil mi? Ama dünya medyası onların gözyaşını seçiyor, diğerinin gözyaşını siliyor belleğinden. Çünkü bazı acılar manşet, bazıları ise sadece “detay” sayılıyor. Biz o detaya sahip çıkalım!
Bugün bir yazıyla değişmez belki dünya, inanın sessiz kalmakla kesin değişir: daha da kötüye. Çünkü sessizlik, zalimin en büyük silahıdır. Ve biz susarsak, onların sesini kim duyacak?
Ben bu yazıyı yazarken bir Filistinli çocuk belki de annesinin elini sıkı sıkı tutuyordur, bir daha bırakmamak için. Ama bomba sesi annesiyle arasına duvarlar örüyor. Ve biz hâlâ “taraf” olmaktan korkuyoruz. İnsanlıktan yana taraf olmak ne zaman bu kadar zor oldu?
Gel, Gazze’yi sadece bir haber olarak değil, bir insanlık davası olarak görelim. Gazze’nin gökyüzü kararıyorsa, bizim yeryüzümüz aydınlık olamaz. Çocuklar ölürken biz normalleşemeyiz. O yüzden tekrar ediyorum: Gel, bir Gazze yazalım dünyaya.
Bir sözcükle başlayalım.
Adalet…
Bir cümle kuralım.
“Çocuklar ölmesin.”
Ve bir haykırışta buluşalım:
Gazze yalnız değildir!