Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Haddini Bil

İnsanın doğaya hükmetmesi ve ondan ayrılması fikri ne kadar yanıltıcı görünüyor, değil mi? Henüz başında olduğumuz yüzyılda bu konuda eski ölçeklerimizin, insanın diğer canlılara olan üstünlüğü zırvalamalarımızın kökünden değişmesi gerekmiyor mu?.. Haddimizi bilmemiz gerekmiyor mu, artık?

İklim, su dolaşımı ve biyolojik çeşitlilik dengesi tüm insan faaliyetlerinin yoğunlaştığı büyük ovaların verimli topraklarının kullanımına bağlı. İnsan doğadan hiç ayrılmadı, ona hükmetmedi, onu yenmedi. İnsan doğaya mecburdur. Doğanın insana borçlu olduğu hiçbir organizasyonu, kuralı, yetinmesi yoktur. Tam tersidir durum. Haddimizi bilmemiz gerekmiyor mu, eğer kendimize “insan” diyorsak?

Bilimsel akıl bize içinde yaşadığımız dünyanın yaşamı barındıran koşullara sahip olduğunu söyler. Koşulları birer birer ortadan kaldıran konumdayız: Bilinçli yangınlar çıkartıp hektar hektar ormanları yakıyoruz. Binlerce zeytin ağacını kesiyoruz ki doğanın bağrına gömülü metamorfik oluşumları, madenleri, elementleri çıkartalım diye. Üstelik gelirini yabancı ve şişman şirketler alsın diye. Buna izin verenlere de “insan” deniyor.

Felsefi bir devrime ihtiyaç var. Doğa artık insanın dışında ve alt etmesi gereken bir “şey” değildir. Geri dönmemiz gereken özdür, nesnelerin özüdür. Akademia için bugüne kadar fen bilimleri ve sosyal bilimler arasında sanki kesin bir ayrım vardı, bir diğer ifadeyle sayısalcılarla sözeller farkı gibi. Ayrım artık giderek kayboluyor. Ne biliyoruz, nasıl biliyoruz sorularına verdiğimiz cevaplar bir altüst oluşa işaret ediyor. Şimdilerde Batılı akademisyenler “çevresel beşeri bilimler” başlığı altında fen bilimi ve sosyal bilimleri bir araya getirdiği yeni bir felsefi üretim içindeler.

O sırada biz ne yapalım: Biz yakalım, keselim. Haddimizi bilmeyelim. Öğrenmeyelim. Yanmakta olan ormanlar için yağmur duasına çıkalım. Çıkmadan önce geniş hava durumu bilgisi veren sitelere de bakalım ki yağmurun hangi gün yağacağı hakkında bilgi edinelim. Yağınca dua sayesinde oldu deriz. Deriz, sorun yok. Nasıl olsa cahil bir toplumuz ve dinleyenimiz çok.

Bir ricam olacak; yangından kül olmuş ağacın yakınında durup yarı kömürleşmiş bedenine bakalım.

Ne dediğimizi bilerek ya da bilmeyerek, Allâhümme'skınâ ğaysen merîen merî'an tabakan 'acilen ğayra râisin nâfı'an ğayre…(*) filan derken o ağaca bakalım.

Aralarında zeytin ağaçlarının da bulunduğu ormanlar hakkında bilmediğimiz neler neler (**):

  • Ağaçlar arasında sosyal yaşam var. Birbirleriyle kökleri aracılığıyla bağlantı kuruyorlar. Besin paylaştıkları gibi bilgi de paylaşıyorlar.
  • Aynı tür ağaçlar birbirini tanıyor. Aralarında zayıf olanlara yardım ediyorlar, ormanı bir topluluk olarak yaşatıyorlar.
  • Kendilerini çürütecek zararlılara karşı yapraklarını acılaştırıyorlar gelmesinler diye. Sonra da diğer ağaçlara uçucu organik bileşiklerle uyarı gönderiyorlar, savunmanızı başlatın diye.
  • Mevsimleri tanıyor, ağaçlar. Don riski varsa tomurcuklarını açmak için bekliyorlar. Kuraklık olasılığına karşı köksel strateji değişikliğine gidiyorlar.

Doğayı bize hizmet etmekle yükümlü bir kaynak olarak görüyorsak vazgeçelim bundan.

Yaşayan bir bilinç o.

Kötülükle hiç işi olmayan bir bilinç.

(*) Yağmur duası bildiğim sanılmasın, Hazreti Google’dan kopyalayıp koydum. Kaynağım çok alakalı: CNN Türk.

(**) Hafta içinde Halk TV’de Rota isimli programın yapımcısı ve moderatörü Kürşad Oğuz hatırlattı, sağ olsun: Peter Wohlleben’in 2015 yılında yazdığı, dilimize Ali Sinan Çulhaoğlu’nun çevirdiği “Ağaçların Gizli Yaşamı” isimli kitabını okumadıysanız okuyun, okutun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi