Hep aynı şeyler…

Türkiye’ye bugün yaşatılan siyasal ve toplumsal rejim, herhangi bir demokrasinin kabul edebileceği bir tablo mudur?

Daha ülkenin idare merkezi olan Cumhurbaşkanlığı sarayı kaçak mıdır, değil midir, onu bile tam bilmiyoruz. Erdoğan’ın “Gelsinler de yıksınlar bakalım!” sözlerinden başka bir ipucu yok o konuda.

O binanın odalarında tasarlanan rejimin hileli bir referandumla şekillenmiş olması, işin en başından itibaren meşruiyet sorununu beraberinde getirmedi mi? Anayasa’ya ve kanunlara aykırı bir şekilde geçerli sayılmasına karar verilen mühürsüz oyların sonucu değiştirdiğini bütün dünya bilmiyor mu? “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı işin içinde bir katakulli olduğunun ilanı değil miydi?

Hem referandumun hem başka seçimlerin dürüstlüğü konusunda derin şüpheler yok mu? Kampanyada ve sandık başında eşitsizlikler, medyanın tekelleşmiş hali, oy torbalarının güvenliği… Bütün bunlar sistematik bir mühendisliğin araçları değil mi?

Bugün iktidar partisinin önceki belediye başkanlarının yolsuzluklarına ait yüzlerce dosya yıllardır raflarda çürütülürken, muhalefet belediye başkanları ya uydurma suçlamalarla tutuklanıyor ya da iktidarın baskı ve şantajlarıyla saf değiştirtiliyor.

Sarayın ağzının içine bakan mahkemeler bağımsız mı? Hakimin kalemi Külliye demirbaşına kayıtlı olduğu sürece adalete adalet diyebilir miyiz?

Devlet kurumlarının gücüyle ayakta durur. Bizde kurumlar darmadağın edildi. Merkez Bankası’ndan üniversitelere, RTÜK’ten Diyanet’e kadar her yapı, tek bir kişinin gölgesine hapsedildi, emrine verildi.

TÜİK, halkın mutfağındaki yangını inkâr etmek için yalan söylemeye zorlandı. Resmî enflasyon rakamlarının hiçbir güvenilirliği kalmadı. Vatandaş pazara çıktığında kendi enflasyonunu bizzat yaşarken, devletin istatistik kurumu ona masal anlatıyor.

Anayasal olarak tarafsız olması gereken bir vali, kameraların karşısında “Bizim liderimizin adı Recep Tayyip Erdoğan! Onun atadığı bir valiyim ben!” diyebiliyor. Devletin valisi mi, iktidar partisinin il başkanı mı belli değil. Bu sözler, devletin tarafsızlık ilkesinin lağvedildiğinin resmî ilanıdır. Cumhuriyetin valisi, milletin valisi olmaktan çıkıp, bir kişinin memuru haline gelmiştir.

Baktım, Mülkiye’liymiş arkadaş. Yazıklar olsun… Mülkiye’yi de kendilerine benzetmişler besbelli! Mülkiye’de bize kişiye değil, devlete sadakat öğretildiydi!

Ülkenin en köklü partisine, CHP’ye ve onun cumhurbaşkanı adayına bin türlü belden aşağı operasyon düzenleniyor. Aileleri hedef alan iftiralar, medya linçleri, hukuk kılıfına sokulmuş siyasi komplolar…

İktidarın iki ortağı “CHP’nin iç işi, biz dışarıdan seyrederiz” söyleminde sözleşmiş, baskının ortağı olduklarını inkâr etmeye çalışıyor. Demokrasinin bekasının, yalnızca bir partinin meselesi değil, bütün ülkenin ortak sorumluluğu olduğunu bal gibi bildikleri halde.

Henüz haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan insanlar için en üst düzey devlet görevlileri rahatlıkla “çete” diyebiliyor, “yolsuzluk ve haraç boyutuyla ilişkili organize suç vasfını aşıp ülke güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştı” ifadelerini kullanabiliyor, masumiyet karinesini ayaklar altına alabiliyorlar.

İktidar, yargıyı beklemeye gerek duymadan hüküm dağıtıyor. Hâkimlerin rolünü bizzat üstleniyor. Sanki hukuk devleti değil de padişahlık.

Bu rezil düzenin bir başka ayağı da medyanın esir alınması. Onlarca televizyon kanalı, yüzlerce gazete ve internet sitesi iktidarın borazanına dönüştürülmüş. İktidarı eleştirenler ise para cezalarıyla, ekran karartmalarıyla, tutuklamalarla susturuluyor. Gazetecilik suçmuş gibi gösteriliyor. Sosyal medyada birkaç cümlelik eleştiriler bile dava konusu olabiliyor.

Sivil toplum örgütleri, dernekler, barolar, meslek odaları… Hepsi iktidarın baskısı altında. İstenmeyen sesler kapatılıyor. Susturuluyor. Kimi “aile düşmanı” ilan ediliyor, kimi terörle ilişkilendiriliyor. Her eleştirel ses potansiyel bir düşman iktidar için.

Tüm bunların üzerine nepotizmi, yani adam kayırmacılığı ekleyin. Kamu kurumlarınının liyakatsiz kadrolarla doldurulmasını, akraba atamalarını, ballı ihaleleri…

Türkiye, devlet ciddiyetini kaybetmiş, kuralsızlığın kural haline geldiği bir rejime sürüklenmiştir.

Bugünkü düzen şaibeli referandumlarla, dürüstlüğü tartışmalı seçimlerle, yargının sopalaştırılmasıyla, medyanın susturulmasıyla, kurumların çökertilmesiyle bitmiş, tükenmiştir.

Evet, hep aynı şeyleri söylüyorum.

Ve hep aynı şeyleri söylemeye devam edeceğim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi