Hüseyin Tapınç
İfşa
Siyasi ve ekonomik gündemin dışında kamuoyunda son günlerde en çok tartışılan konulardan biri yakın dönemde gözlemlediğimiz ifşa eylemleri oldu.
Fotoğrafçılık dünyasında başlayan ifşaların ardından taciz hikâyelerini paylaşan kadınların sayısı hızlıca arttı. Böylece taciz olaylarının sanat, kültür ve iş dünyasında da farklı örnekleriyle karşılaştık.
Bugün başta kadın ve LGBTİ örgütleri, meslek kuruluşları olmak üzere sivil toplum dünyası ile sanat ve kültür dünyasından birçok kadın bu ifşalar karşısında net bir duruş sergiledi ve tacize uğrayan kadınlara destek verdi. Bu sırada karmaşa yaratmak ve ortalığı bulandırmak amacıyla görüş beyan edenler, şiddet faillerine kucak açanlar veya ifşaları kadınların intikam aracına dönüştürdüğünü iddia edenler de oldu. Bu kesim arasında kadınların da yer aldığını okuduk ve gördük.
Ancak, bu konuda söylenecek söz de izlenecek yol da son derece net. Bazı şeyleri tartışmaya ya da yeni yollar ve yeni fikirler keşfetmeye gerek bulunmuyor. Feminizm, yüzyılların rehberliğiyle bugün izlenmesi gereken yolu bize net bir şekilde gösteriyor.
Bu gerçeğin altını çizerek bu yazıda odaklanmak istediğim konuya geçmek istiyorum.
21 Ağustos’tan itibaren başlayan ifşa hareketinin yaygınlaşmasında sosyal medyanın rolü yadsınamaz. Zaten kadınların interneti ve sosyal medyayı son derece başarılı ve etkili bir şekilde kullandığını uzun bir süredir gözlemliyoruz. Sosyal medya kadınlar için önemli bir örgütlenme ve dayanışma alanı; ifşa hareketi de bu durumun istisnası olmadı. Tam tersine ifşaların daha geniş kitlelere ulaşmasında ve kadınlar arasındaki dayanışmada önemli bir işlev üstlendi.
Veriler Ne Diyor isimli X hesabının analizlerine göre, 19 – 26 Ağustos tarihleri arasında ifşa ile ilgili paylaşımlar yaklaşık 34 milyon 750 bin kez görüntülendi. Paylaşımlarda en çok “taciz, ifşa, tacizci, ünlü” gibi kelimeler öne çıkarken, “iftira” kelimesi de dikkate değer sıklıkta kullanıldı.
Bu tartışmalarda kamuoyunun görüşlerini en çok etkileyen kaynaklardan biri de hiç kuşkusuz internet ortamında yayın yapan medya oldu. Bu yazıda yakın dönemde on farklı kadın yazar tarafından ifşa konusunda T24, Diken, Bianet ve Kadın İşçi gibi çeşitli medya platformlarında yayınlanmış on makaleyi ele almak ve bu yazılar üzerine kısa bir söylem analizi yapmak istiyorum.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu köşe yazılarında kullanılan kelime ve kavramlar arasında en çok tekrar edenler taciz, ifşa, şiddet, kadının beyanı, itibar, dayanışma, mağdur ve fail kelimeleridir. Bu kelimeleri dört ana kavramsal kümede toplamak mümkün görünüyor: erkek iktidarı ve itibar, kadın dayanışması, adalet boşluğu ve psikolojik şiddet.
Yazarların en çok kullandığı kelimelerin ikili ya da üçlü birliktelikleri de önemli bir örüntü sergiliyor. En yoğun kullanılan eşleşmelerde ilk sırada dayanışma ve empati, ikinci sırada erkek iktidarı ve itibar, üçüncü sırada ise ifşa, taciz ve şiddet üçlemesi öne çıkıyor.
On kadın yazarın ifşa ve taciz üzerine yazdığı güncel makalelerin üç farklı söylemden beslendiğini görüyoruz.
Birinci söylem, “Dayanışmacı söylem.” Bu söylem, ifşa hareketini kadınların sessizliğini kıran, hayatta kalma mücadelesi ve adalet arayışının bir aracı olarak görüyor. Bu yaklaşıma göre, ifşa, erkek egemen kurumların görmezden geldiği taciz ve şiddeti görünür kılma hareketidir.
“Susma, ayağa kalk, el ele tutuşalım”, “Sessizlik bizi korumaz” ve “Sana inanıyorum” gibi ifadelerde kendini bulan bu söylem, kişisel deneyimlerden ve feminist hareketin tarihsel birikiminden besleniyor, “kadının beyanı esastır” anlayışından güç alıyor ve kolektif hafızaya dayanıyor. Bu söylem sosyal medyayı en hızlı ve etkili şekilde kullananlar tarafından da benimseniyor.
Dayanışmacı söylem, kadınların ve hatta LGBTİ+’ların sessizliğini kırıyor, mağdurların sesini çoğaltıyor. Kadınlar arasında kolektif bir dayanışma hattı kurarken, erkek egemen güç ilişkilerini ve itibar kavramını da tartışmaya açıyor.
İkinci söylem, birinci söyleme yakın duran “kişisel anlatı söylemi”dir. Yazarlar kendi deneyimlerinden ya da yakın çevrelerindeki tanıklıklardan yola çıkarak ifşanın neden gerekli olduğunu ortaya koyuyorlar. Bu, bireysel deneyimlerin politikleştirilmesi adımıdır. Bu söylem çerçevesinde kadınlar, birbirinin hikâyesinde kendini buluyor; paylaşılan bu hikâyelerden güç alarak kendi deneyimlerini dile getiriyorlar.
Üçüncü söylem, hukuk ve adalet ekseninde gelişen “eleştirel söylem”dir. Bu söylemi besleyen temel kaynak, yargının cinsiyetçi yaklaşımı ve cezasızlık kültürüdür. Bu yaklaşım “yargısız infaz” ya da “psikolojik şiddet” gibi kavramları öne çıkararak ifşaların sorumlulukla yürütülmesi gerektiğinin altını çizerken, bir anda, kadınların elindeki en önemli aracı tartışmaya açıp güç dengesizliğinin yeniden üretilmesine yol açıyor. Üstelik taciz ve şiddete uğrayanların cesaretini kırarak, ifşa hareketinin toplumsal olarak yaygınlaşmasını da engelliyor.
Ülkemizdeki kadın ve LGBTİ hareketinin geleceği ve başarısı, dayanışmacı söylemin baskın olmasına bağlıdır. Bu söylemin kişisel anlatı söylemiyle birleşmesi hareketi daha da güçlendirmektedir. Dayanışmacı söylem net bir şekilde mağdura yalnız olmadığını hissettiriyor, ona güç veriyor, kitleleri mobilize ederek toplumsal baskı oluşturuyor ve hukuk mekanizmaları işletilip adalet sağlanıncaya kadar alternatif bir adalet zemini yaratıyor.