Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

İLTİSAKLI, İLTİHAPLI

Ataların dört tane buzul çağını atlatacak, senin için milyonlarca yıl hayatta kalacak sen bugün iltisaklı-irtibatlı diyerek garip garip işler yapacaksın. Buzul çağı her defasında sona ererken denizler, nehirler taşacak, tufanlar yaşanacak, ataların hayatta kalacak ki yolculuk sonunda sen doğacaksın, geldiğin yer iltisak, irtibat olacak. Ekosistem kim bilir kaç defa yeniden dönüşümü sağladı. Peki, senin dönüşümün? İltisaklı. İrtibatlı. Birçok bitki ve hayvan türü yıllar içinde yok olup gitti. Gidenlerin yerini her zaman yenileri aldı. Evrimsel süreç tıkır tıkır işliyor, senin ulaştığın nokta, eşindiğin yerse iltisak senaryoları. İltisaklı diyerek niyetinin kötülüğünü, irtibatlı diyerek zarar verme arzunu ortaya koymaktasın. Ataların ortak yaşamın zorunlu kıldığı dayanışmayı doğa şartlarıyla baş edebilmede kullanırken, senin geldiğin son nokta; kaçak dövüş. Hepsi, bu.

Muhatabım tabi ki okuyucum değil.
Yeni yılın ilk günü yazısına buradan itibaren başlıyorum: Şimdi; uzayda fink atıyoruz, Mars’a araç gönderiyoruz filan ama hala beynimizin nasıl çalıştığını bilmiyoruz. Mesela, akıl hastalığı diye bir şeyi damgalıyoruz, tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz halde tedavisiyle uğraşıyoruz ve fakat bilim insanları akıl hastalığına yol açan koşulların nereden geldiği hakkında hala yeni şeyler öğreniyor. Konuyla ilgili olanlar, elimizdeki bilgi birikimiyle bugün bir akıl hastalığını anlamak nispeten kolay olsa da ve aynı bilgiyi geçmiş uygarlıklara uygulamaya çalışmak zorlama gibi görünse de açıklayıcı olabilir, diyorlar.

Tanrı ya da tanrıların günlük yaşama dahil olduğu düşünülen ve halüsinasyonların endişelenecek bir şey olmadığı bir zamanda (atlattığımız buzul çağlarını düşünürsek pek de uzak bir zaman değil, üstelik) akıl hastalığı kavramından bahsetseniz ne olurdu acaba… Antik çağda pek çok insan kendi gibi düşünmeyeni, davranmayanı mimlediği gibi “tanrılar gönderdi” şeklinde anlıyordu. Onlara göre tanrılar alıngandı, gücenirlerdi. Kolayca açıklanamayan fenomenlerin olduğu bir dünyada tanrının kaprisleri işte böyle vücut buluyordu: Araya delinin birini dahil etmek… Ama şamanlar, hekimler milattan önce beşinci yüz yıldan itibaren bu fikre karşı çıkmaya başladılar. Durumun fizyolojik bir açıklaması olabileceğini görüyorlardı. Bu uğurda kim bilir kaç ömür gitti. Ailesinde çizgi dışı davranan bir üyenin varlığı çarenin sihirlerde, dinde olduğunu fısıldıyordu adeta. Mesela, geceyi bir şifa tanrısının tapınağında geçirirse iyileşeceğini söylüyordu bir anne diyelim oğlu için, bir baba kızı için, bir sevgili için, amcası için ya da yeğeni için vesaire. Akıl hastalarına bakım sağlamanın devletin bir görevi olduğunu kimse düşünmüyor, o zamanlar. İdare edebildikleri sürece ailelerinin yanında kalan bu “deliler” bir zaman sonra sokağa bırakılıyordu. Kâbus gibi bir durum.
Milattan önce beşinci yüz yılın sonlarına doğru Hipokrat okulunun bir üyesi “Kutsal Hastalık Üzerine” isimli bir tez yazdı. Tezinde, bu “kutsal hastalığın” yani epilepsinin fizyolojik bir sendrom olduğunu ve nicedir hekimlerin aralarında konuştuklarını, tartıştıklarını söyledi. “Delilerin” aslında hasta olduğunu düşünmeye başladılar. Binlerce yıl öncesinin hekimleri fiziksel ve zihinsel bozukluklar arasında net bir ayrım yapmamışlar. Depresyon veya şizofreniye tekabül eden kavramlara sahip değiller, henüz. Hekimler psikoz dedikleri şeyin doğası gereği fizyolojik olduğunu yani hastanın fizik yapısıyla ilgili olduğunu düşünme eğilimindeler. Okuduklarımı öyle anladım. Bir de şunu anladım, epilepsinin geçmişi var ve sağlam. Hekimler bunun bir hastalık olduğu sonucuna doğru yavaş yavaş gelirken sıradan insanın bu fenomene tanrının dahil olduğunu düşünmesi eskimemiş.

Tarih epileptik hükümdarların, kendisini peygamber ilan edenlerin çokluğuyla da dikkatimizi çekiyor (Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde orta doğuda sayısı binleri buluyor). Her yerde varlar, var olmaya devam edecekler. Tedavi edilmedikleri sürece iktidar bile olabilecekler. Eğitimsiz kaldığımız sürece aralarından inanacaklarımızın çıkmayacağı ne malum.

Biliyor musunuz, Sokrat’ın bile belirli bir çizgide tekrarlayan halüsinasyonlar gördüğü söyleniyor. Bir ses onunla konuşurmuş ve çoğunlukla yapmaması gereken şeyleri söylermiş.
Meraklısı için kaynak: Prof. William V. Harris’in “Mental Disorders in the Classical World” kitabı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi