Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Kurban

Zihnimde bir yaşanmışlık var, asırlar öncesinden mi geliyor, annemin çocukluğundan kırık bir anı mı yoksa bana mı ait? Hala cevaplayamıyorum. Soruya cevap verebilecek akrabalardan herhangi birini bilerek aramıyorum, şiddetin pornografik olma özelliğini kadük ederek düşüncelerimi daha da sıradanlaştıracağı için. Biraz, ölmüş gitmiş anneme saygısızlık gibi de geliyor. Akrabam, ya “Yok öyle bir şey, olsaydı bilirdim” derse… O zaman benim bir anım mı, şimdi anlatacaklarım?

Nallıhan’da girişini Ermenilerin süslediği taşlarla kaplı ahşap bir ev, hatırlıyorum. Etrafta dut ağaçları, birbirine nispet yaparcasına açmış güller, yeşil çayır…  Arıları kollayarak dut toplamalarımız bir yandan yememiz… Bayramlık giysiler tiril tiril olma özelliğini yitirmiş bile. Dut lekesi çıkar mı? Ahşap evin (eskiydi) arka bahçesinde biz çocuklar (kuzenler, komşu çocukları) olduğu yerde sıçrayan taylar gibi oradan oraya koşturuyorduk. Arada meşe ağacına gevşek tutturulmuş kuzunun boynuna sarılıp, sevgi sözcükleri sıralıyorduk. Annemin çocukluğuysa anlattığım, annem sarılıyordu kuzunun boynuna. Kulak arkalarını seviyorduk, annemle. Dudak kenarlarını seviyorduk. Yoksa annemle ben aynı yerde mi çocuktuk? Anneannem anneme, annem bana kızarak bağırıyor muydu, büyüklerin oturduğu verandadan “Oynamayın şununla! Öbür tarafta oynayın!” Annem söz dinlememiştir biliyorum, ben de dinlemiyorum annemi. Bu hangimizin çocukluğu… Kuzuya bir isim vermişler, “Badem”. 

Akşam yemek sofrasında “anne biz de eve kuzu alalım” pazarlığı yapmışız. Sevmişiz, Badem’i. Badem de bizi sevmiş, sevmelerimize, sarılmalarımıza ses çıkartmamış. Biz ona sarılınca başını omuzumuza koymuş, gözlerini kapatarak. Gece yattığımız odadan Badem’in karanlıktaki siluetine baktık. Yarın yine oynayacaktık bahçede. 

Sabah Badem yerinde yoktu. Bağlı olduğu ip hazin bir şekilde yerde iki kıvrımlı yatıyordu. Telaşla eve koşup neler olduğu hakkında bilgi istemiş olabilirim. Hatta sorularım baş döndürücü bir hız ve gittikçe artan tizlikte sıralanmıştır. Yoksa bu annemin bir yaşanmışlığı mı, hala bilemiyorum. Cevaplar tatmin etmemiş olmalı ki hatırlamıyorum. 

“Komşunun kuzusuydu, sahibine verdik?” 

“Ankara’ya akrabalarına gitti, çünkü onun da bayramı?” 

“Kuzuya isim konmaz, o hayvan.” 

Yemek sofrası daha heyecanla hazırlandı, akşamüstü. Rakılar çıktı ortaya. Mangal mı yapıldı yoksa fırından mı geldi, et kokusu… Ardından fesleğen kokusu, kekik kokusu, bir kez daha et kokusu… Dumanı tüten bulgur pilavı üstünde Badem. 

Cani ruhlu bir akraba (mı?) ortaya bomba gibi bıraktı, “Badem’i yiyorsun kızım!”  

Annem yıllar yıllar sonra bu gerçeği anladığında içi kavrulmuş. Bu benim bir anımsa, bulgur pilavı üstündeki Badem’in etinden kopartılmış parçaları dönüştürüp başka bir anlam yükleyemedim. Tabaktaki görsellik ta uzaklardan yakına geldi, kafayı takmama neden oldu.  Yıllar yıllar sonra şiddetin pornografisi üzerine çalışma yapmama neden budur. O noktaya ulaşana kadar, organlarımızın hepsinin bir maymununkiyle aynı olduğunu öğrendim. Bir köpekle sayısız ortak dürtüye sahip olduğumuzu öğrendim, bir ayıyla birebir aynı hücre yapısını taşıdığımızı, bir şempanze ile aynı sayıda kıl köküne, aynı beyin yapısına, aynı temel içgüdülere sahip olduğumuzu öğrendim. 

Hayatın insan eliyle tekrarlanan tüm acayiplikleri Tanrının, Allahın, Budanın ve diğer inanç ulularının sorumluluğunda değil, biliyor musunuz... Öldürdüğümüz herkes ve her canlı, politikaların, siyasal ve kültürel öğretilerin kurbanıdır.  

Bunu anlayamamış olmamız da çok acayiptir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi