Bahattin Yücel

Bahattin Yücel

Lozan ve Kürt Sorunu

AKP-MHP ortaklığı ekonomideki başarısızlığının sonuçlarının farkında olmalı. Kamuoyunda -özellikle kendi sadık seçmenlerinde- belirginleşen destek kaybının tartışılmasını engellemek amacıyla her yola başvuruyorlar. İktidarlarının ilk yıllarında başlattıkları kutuplaştırma çizgisinde, bu kez saflarını yenileyerek yeni bir aşamaya geçiyorlar.

Küçük ortağın Genel Başkanının herkesi şaşırtan, TBMM’de konuşma davetiyle başlayan gelişmeler; İkilinin “Cumhur İttifakı” adını verdikleri oluşuma, yeni bir siyasal hareketin katılmasının hedeflendiği anlaşılıyor.

Kısa bir süre önce muhalefete mensup belediye başkanları, bir terör örgütünün bazı üyeleri ile görüştükleri ya da onları destekleyen demeçler verdikleri gerekçesiyle, görevlerinden alınmışlardı. Aynı örgütün yıllarca “bebek katili” olarak suçladıkları liderini, bu kez “kurucu önder “ ve “sayın” sıfatlarıyla tanımlamaktan çekinmediler. Örgütün 12.Kongresini iki ayrı yerde topladığı ve amacına ulaştığı için kendisini feshettiğine ilişkin haberler, başta TRT ve iktidar denetimindeki yayın organları ve tv kanallarında geniş biçimde yayınlandı.

Kuzey Irak’ta bazı bölge dışı şirketlerin petrol kuyularını koruma dışında işlevi kalmayan, T.C sınırları içindeki etkisi çok azaltılmış örgütün, hangi pazarlıklarla silah bırakma kararı aldığı henüz bilinmiyor. Açıklamalarda zafer kazandıkları izlenimi verme çabaları dikkatlerden kaçmıyor.

Aslında bu yaklaşımın pek yadırganacak yanı yok. Üzerinde durulması gereken, sorunu günümüzden 105 yıl geriye götürmeleri ve Lozan’dan atlayarak, Sevr kapsamında değerlendirme çabaları. Açıklamadaki vurgular, yeni bir siyasal tartışmanın başlayacağını gösteriyor. Örneğin şu ifadeler.. “Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı. Doğuşunda reel sosyalizmin etkilerini yaşadı ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü. PKK katı Kürt inkarının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda şekillendi. 1978’den başlayarak yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldı. Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasasının öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi. “

PKK’nın sığındığı Sevr Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesini ve hanedanın kayıtsız ve şartsız teslim olmasını simgelemişti. İngiltere’nin desteklediği, Doğu Anadolu’da bir tür özerk bölge oluşturulması önerisi, bu anlaşmanın 1923 yılında Lozan’da yırtılıp atılmasıyla gündemden kaldırıldı. Lord Curzon’un, Sevr’de elde ettiklerini yineleme çabaları boşa çıktı.

Geçmişi 105 yıl sonra yeniden gündeme getirme çabaları, yaşadığımız ekonomik yıkımı ve iktidarın dış politikadaki başarısızlıklarının seçmen üzerindeki olumsuz etkileri dikkate alındığında yetersiz kalacaktır.

Cumhur İttifakı’nın PKK ile ilişkilerdeki tutumu, Türkiye genelinde seçmende yitirilen desteğin, Meclis’te Kürt milletvekillerinin oylarıyla dengeleneceğinin düşünüldüğünü akla getiriyor. Anayasa değişikliği ile ayrılıkçı Kürt siyasal hareketinin, silah bırakması ve Meclis’te temsili sağlanırken, önceliğin farklı bir amacı gerçekleştirmekte olduğu akla geliyor. Bu süreçte Cumhurbaşkanlığı için süren “bir kez daha adaylık” tartışmalarının da önüne geçilebileceğinin hesaplandığı izlenimi doğuyor. DEM Parti yöneticileri yukarıdaki olasılığı göz ardı ederlerse, - özellikle- büyük kentlerdeki seçmenlerini kaybedebilme olasılığını da düşünmeliler.

En kötü koşulları sağlayan barışın, en büyük zaferleri getiren savaştan daha iyi olduğuna kuşku yok. Ancak yaşanan süreçte tartışılması gereken, 1984 yılından bu yana ayrılıkçı Kürt siyasal hareketinin silahları bırakmasıyla doğabilecek yeni sorunların yaşanma olasılığıdır.

İspanya’nın 1936-1939 yılları arasında yaşadığı, uzun ve kanlı bir iç savaşın ardından, bu ülke kamuoyunda benimsenen anlayış örnek alınabilir. Franco’nun askeri darbesiyle başlayan ve bir milyon kişinin ölümleriyle sonuçlanan iç savaşın ardından İspanyollar kayıplarının yasını; belleklerinde tutmak yerine, unutmayı seçtiler.

Türkiye’de on binlerle ifade edilen kayıplar üzerinden kurgulanacak, yeni siyasal çizginin, intikam duygularını beslemesi, sorunun çözümüne değil tam tersine derinleşmesine neden olabilir.

Barış gerçekten arzulanıyorsa, Cumhuriyetin temel meşruiyet belgesi niteliğini taşıyan, “Kurtuluş Savaşımızın” sonuçlarının kanıtı olan Lozan Anlaşmasının, Kürt sorununun nedeni olarak gösterilmesinden vazgeçilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bahattin Yücel Arşivi