
Ümit Sezgin
Nafile Namaz Gibi…
Rahmetli babam zaman zaman vakitsiz namazlar kılardı. “Hayırdır baba” derdim, “vakti mi şaşırdın?”. Sen anlamazsın der gibi gülümser “ Yok oğlum” derdi, “nafile namaz, Allah rızası için”. Takılırdım, “iyi de adı üstünde nafile…Yani boşa gidiyor”. O da gülerdi, “Allah rızası için, niye boşa gitsin”.
Maç öncesinde Mourinho’yu dinlerken babamla bu sohbetlerim aklıma geldi. Ne kadar benzer bir durum, “nafile maçlar”. Dört maç kalmış, matematikteki “etkisiz eleman” gibi, çarpsan da toplasan da bölsen de çıkarsan da sonuç değişmiyor, Fenerbahçe ligi ikinci bitiriyor. Boşa, nafile yani… Değil değil. Mourinho “Bu maçlar göğsümüzdeki armayı onurlandırmak” dedi, “seyirci aşkına” yani. Seyirci rızasına oynanan nafile maçlar da diyebiliriz.
Mourinho, maça yine farklı bir üçlü defansla, Skriniar, Amrabat, Carlos’la çıktı. Kaleyi de tekrar Livakoviç’e vermişti. Artık bu değişiklikleri tartışmak da nafile. Geçen haftanın sol beki Mert, bu maça sağ kanat olarak başladı. Daha neyi tartışacaksınız?..
Fenerbahçe maça alışıldığı gibi ilk yarıyı boşa harcamak üzere “nafile futbolla” başladı. Başakşehir de bir iki atak denemesinden sonra rakibine ayak uyduruyordu ki devreye hakem yerine siyah forma giymiş kişi girdi.
Allah yabancı VAR’ın da hayırlısını versin. Maçın 15. Dakikasında Dzeko’nun ceza sahasına girerken düşürülüşünü hadi siyah formalı görmedi, görmek istemedi, görmemekle görevli, görmemeye yeminli diyelim, VAR’daki adam nasıl inceleyip inceleyip “devam” diyebildi, anlamak zor.
Dzeko’nun biçilişini görmeyen siyah formalı, birkaç dakika sonra Amrabat’ın rakibini formadan çekiştirmesini hiç kaçırmadı, penaltıyı çalıverdi. Aynı siyah formalı, iki atak sonra Mert Müldür’ün ceza sahası içinde itilip kakılıp düşürülmesine de sırtını döndü.
Livakoviç’in penaltıyı kurtarmasından sonra siyah üniformalı bu kez kartlara sarıldı. Saçma sapan sarı kartlar gösterdi, ama sonra ikinci sarıları gösteremedi. Carlos’u ve Talisca’yı ikinci sarı karttan atabilecekken, hatta atması gerekirken, ilk sarılarına güvenemediği için olsa gerek es geçti.
İlk yarı boyunca sürekli faule maruz kalan Talisca, çalmayan düdüklere, dahası gördüğü saçma sapan sarı karta öfkelenince, devrenin son dakikalarında kendi takım arkadaşlarına patladı. Önce pas vermedi diye Tadiç’e bağırdı çağırdı, sonra Dzeko’ya verilen pası el kol hareketleriyle protesto etti. Bu hareketler takımın en sakini, en aklı başında adamı Tadiç’i çıldırttı. Talisca’nın üzerine bağırarak yürüyen Tadiç’i ancak İsmail sarılarak durdurabildi. Bu aslında Fenerbahçeli oyuncuların da halet-i ruhiyesinin göstergesi.
İlk yarıyı takımın iki çalışkanı İsmail’in asisti ve Mert Müldür’ün golüyle Fenerbahçe önde tamamladı.
İkinci yarı da siyah formalının şovuyla başladı. Talisca’nın şutunda ceza sahasında Opouko’nun eline çarpan topa “devam” diyen siyah formalı, VAR’a çağırıldı. Pozisyon defalarca izletilmesine rağmen, penaltıyı vermedi, aslanlar gibi kararında direndi. Belki de tüm oyundaki tek doğru kararıydı.
Buna rağmen bir dakika sonra Skriniar’ın rakip defansı yara yara attığı ikinci golden sonra Mourinho’nun siyah formalıya “VAR’a git VAR’a” diye seslenmesi de enteresandı.
Maçın uzatmalarında Oğuz Aydın’ın attığı 4. gol de önce ofsayt diye verilmedi ama bu kez VAR’ın devreye girmesiyle pozisyonun ofsaytla ilgisi olmadığına hükmedildi ve gol verildi.
Sonuçta Fenerbahçe, bozuk morallere rağmen 4-1 galibiyetle maçı tamamladı. Ancak geriye maçın skoru değil siyah formalı adam kaldı. Bu arkadaş Türkiye’de her şey olabilir, her şey yapabilir ama hakem olamaz. Hiçbir standardı olmayan bu kadar saçma kararı bir maça sığdırabilen adamın hakemlikle hiçbir ilgisi olamaz. Sahadaki her siyah formalı hakem olamaz, kısacası.