Osmanlı’nın Üç Kadın Fotoğrafçısından Biri: Naciye Hanım’ın Öyküsü

1881 Üsküp doğumlu Osmanlı’nın ilk kadın fotoğrafçılarından biri, Naciye Hanım’la tanışacaksınız. Fotoğraf üzerine çalışan aynı zamanda Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemine ait fotoğraflar toplayan koleksiyoner ve araştırmacı Gülderen Bölük, elindeki birkaç fotoğrafta aynı damgayı görünce fotoğrafhanenin peşine düşer. ‘Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi Naciye’ isimli damga ‘Cicim’ kitabının da yazılma sürecini başlatır. Cicim adı nereden geliyor derseniz, Naciye Hanım’a eşi İsmail Hakkı ve yakın çevresi ‘Cicim’ diye seslenirmiş.

Üsküp’ten İstanbul’a uzanan, savaşlar, göçlerle geçen bir yaşamı, cepheye giden erkeklerin hikâyesini ve geride kalanların mücadelesini Naciye Hanım’ın öyküsüyle okuyoruz. Üst üste yaşanan savaşlarla erkekler cepheye gidince kadınlar çalışmaya başlar. Naciye Hanım da fotoğrafhanesini 1918 yılında açar. İlginç olan Naciye Hanım’ın ağırlıklı olarak erkeklerle özdeşleşen bir mesleği, fotoğrafçılığı seçmesi.

turk-hanimlar-fotografhanesinin-kurucusu-naciye-hanim.jpg
Naciye Hanım

Kitapta dikkatimi çeken bilgilerden biri de Çanakkale Muharebesi’nde İngiliz Zırhlısı Goliath’ı batıran Muavenet-i Milliye gemisinin komutanı Ahmet Saffet Bey’in Naciye Hanım’ın ağabeyi olması. Beşiktaş’ta bulunan Deniz Müzesi’nde Goliath’ı batıran mürettebatın ve Ahmet Saffet Bey’in fotoğrafının olduğunu belirtelim. Savaşın seyrini değiştiren bu taarruz o dönem Bahriye Nazırı olan Winston Churchill’in de istifasına neden olur.

Kitapta Naciye Hanım’ın oğlu, Hikmet Onat ve İbrahim Çallı’nın atölyesinde resim eğitimi alan, daha sonra İhsan Özsoy’un heykel atölyesinde eğitimine devam eden akademili Nusret Suman’ın öyküsü kadar annesi gibi kabına sığmayan Türkiye’nin ilk kadın modacılarından Nedret Ekşigil’e ait bilgiler de ayrı öneme sahip. Naciye Hanım ve ailesiyle ilgili merak ettiklerimizi Gülderen Bölük’le konuştuk.

yan-yana-gorsel.jpg
Gülderen Bölük
​​​​

Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına dair fotoğraf koleksiyonunuz olduğunu yazıyorsunuz. Naciye Hanım’ın çektiği fotoğraflarla karşılaşınca ne hissettiniz? Bir kadının gözünden çekilen fotoğraflarla erkek fotoğrafçıların çektikleri arasında farklılıklar var mı?

Yoğun ve karışık duygular yaşadım doğrusu. Öncelikle büyük bir sevinç ve heyecan hissettim. Ne yalan söyleyeyim küçük bir miktar da ego karışmış olabilir bu duygulara… “Sadece bende var” egosu. Biliyorsunuz koleksiyonculuğun tanımında var bu. Çünkü o zamana kadar literatürlerde Naciye Hanım’ın fotoğraflarına damga basmadığı, dolayısıyla hiçbir çalışmasının günümüze ulaşmadığı; daha doğrusu tespit edilemediği bilgisi vardı. Bunun böyle olmadığını keşfetmiş oldum. Böylece, her keşfin ardından yaşanabilecek başarı ve gurur duygusunu da derinlerde bir yerde hissettim. Duygularım böyle ama hemen bir parantez açarak, hastalıklı koleksiyonerlerden olmadığımı da söyleyeyim. Çünkü bana gelen pek çok doktora öğrencisine, tez hazırlayana, eser yazana arşivimi her daim açtım.

Ve bu eserle her bir fotoğrafı ve belgeyi yani, toplumsal hafızanın parçası olan bu birikimleri yine topluma geri vermiş oldum. Bir kadının gözünden çekilen fotoğraflarla erkek fotoğrafçıların çektikleri arasında farklılıklar var mı sorusuna cevabım; ‘Tabii ki evet’ olacak. Elbette her fotoğrafı dönemin kodlarıyla okumak gerekiyor. Mesela 1900’lerin başı sayılabilecek bir dönemde kadınların bir erkek fotoğrafçı karşısında peçelerini açma konusunda gösterdikleri direnç, Naciye Hanım karşısında kırılmıştır. Hemcinsi bir fotoğrafçı karşısında olmak, dönemin kadınlarına sadece peçelerini açıp saçlarını dökmek konusunda olanak sağlamıyordu; aynı zamanda bedenin rahatlamasına, hareketlerin yumuşamasına da katkı sunuyordu. Kadınlar karşılıklı olarak, formal bir dilden uzaklaşabiliyor, daha samimi bir diyalog yakalayabiliyorlardı.

Şüphesiz ki her modelde bu aynı şekilde çalışmıştır diyemeyiz ama kadınların büyük bir kısmı için Cicim böyle bir etkiye, böyle bir anlama sahip olmuştur.

Peki bir kadının fotoğraf çekmesi hatta sultan çocuklarına eğitim vermesi bize neyi anlatıyor? Bunu sadece Naciye Hanım’ın mizacıyla açıklamak mümkün mü? Yoksa bu durumu savaşa giden erkeklerin ardından kadınların çalışmaya başlamasıyla açıklayabilir miyiz?

Bu soruyu birkaç bağlamda ele almalıyız. Kitapta uzun uzun anlattım ama burada kısaca şunu söyleyebilirim: Yüksek tabakadan gelen Müslüman bir erkeğin bile ticaretle uğraşması ayıpken, bir paşa kızı olarak Naciye Hanım’ın varlığı o zamanki toplumsal görüşün çok dışındaydı. Oysa erkeklerden beklenen, devlet katında hizmet vereceği bir memuriyet seçmesiydi. Kadından beklenen ise iyi bir anne ve iyi bir eş olmasıydı. Fakat dağılan bir imparatorluğun başkentinde, maddi zorluklarla boğuşan Naciye Hanım ya evdeki eşyaları satarak yaşayacaktır ya da para kazandıracak bir iş yapacaktır. O zor olan yoldan ilerliyor.

Kısacası onun fotoğrafçılık yapması, hem dönemin ve savaş koşullarının getirdiği bir zorunluluktu hem de Naciye Hanım’ın güçlü karakteri ve tercihiyle ilgiliydi. İkisini birbirinden ayıramayız.

Balkan Savaşı, göçler, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan İsmail

Hakkı’nın, eşi Naciye Hanım’ın fotoğrafa başlamasında ve oğlu Nusret Suman’ın heykeltıraş olmasında büyük etkisi var. O etkiyi sizden dinleyelim. Nasıl bir eş ve nasıl bir baba İsmail Hakkı?

İsmail Hakkı, resimle, şiirle, fotoğrafla ilgilenen sanata düşkün biri, bir entelektüel. Hatta son derece sevgi dolu ve hoşgörülü bir insan olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü kızı Nedret Ekşigil’in anlattıkları, öyle bir mizaçta portre çiziyor bize. Aynı zamanda İsmail Hakkı Bey, çocuklarının kendi seçimlerini yapmalarına, dolayısıyla kendilerini gerçekleştirmelerine imkân tanıyan demokratik yapıya sahip bir kişi. Ancak düşünün ki bitmek bilmeyen, ardı arkası kesilmeyen savaş yıllarında o, bir cepheden diğerine savrulan bir adam aynı zamanda. Bu süreçte ciddi yaralar da alıyor. Hemen değilse bile ileride vefatına sebep olan yaralar bunlar… O ve onun gibi her bir askerin gösterdiği bu mücadeleye rağmen ülke yine de işgal ediliyor. Zaten bedenen yıpranmış biri için bu ağır travmalar yaratıyor… Tüm bunların sonucunda yaşadığı öfke patlamaları ise Naciye Hanım’la ayrılmalarına sebep oluyor. Aslında İsmail Hakkı ile Naciye Hanım’ın çok iyi bir çift olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Her ikisi de birbirine karşı son derece saygılı ve sevgi dolu bir tutum içindeler. Fakat İsmail Hakkı’nın çocuklarına karşı gösterdiği bir iki sert tutum, Naciye Hanım’da endişe yaratıyor ve bu sebeple evliliklerine biraz ara vermek istiyor. Ama bu süreçte bile aralarında büyük tartışmalar, saygısız konuşmalar asla yaşanmıyor. Bu ayrılık hikayesini bana anlatırken kızı Nedret Ekşigil’in “Ne yazık! ne kadar tatlı bir aileyken yıkıldık” diye ifade etmesi İsmail Hakkı’nın çok iyi bir baba olduğu kadar, iyi bir eş olduğunu da anlatıyor.

nedret-eksigil-munevver-andac-peride-celal.jpg
Soldan sağa: Naciye Hanım'ın kızı modacı Nedret Ekşigil, Nazım Hikmet'in oğlu Mehmet'in annesi, çevirmen Münevver Andaç ve yazar Peride Celal

Naciye Hanım Sultan Reşat’ın torunlarına da ders verirmiş. Haremdeki genç kızların da fotoğrafını çektiğini yazıyorsunuz. Bu fotoğraflara ulaşmak mümkün mü?

Ne evet diyebilirim ne de hayır… Hiç belli olmaz. Dileyelim de öyle olsun.

ÇANAKKALE SAVAŞI’NDA İNGİLİZ ZIRHLISI GOLIATH’I BATIRAN AHMET SAFFET BEY

Naciye Hanım’ın hikâyesi kadar modacı olan kızının, heykeltıraş ağabeyi Nusret Suman’ın ya da Çanakkale Savaşı’nda İngiliz zırhlısı Goliath’ı batıran ağabeyi Ahmet Saffet Bey’in de hikâyesi ilgi çekici. Ahmet Saffet Bey’e dair aile üyeleriyle yaptığınız görüşmelerde herhangi bir bilgi edinebildiniz mi?

muavenet-i-milliyenin-450mmlik-torpilatari-ve-denizciler.jpg

Bu bilgiyi Sevgi Divitçioğlu’ndan aldım. Ne yazık ki vefatından evvel Nedret Ekşigil‘den yeterince yararlandığımı söyleyemem. Oysa o, birçok olayı yaşamış, kimi zaman tanıklık etmiş, kimi zaman da büyüklerin anlattıklarına kulak vermiş; ailenin yaşayan en eski hafızasıydı. Ama onunla görüştüğüm zamanlarda, bende henüz bir kitap yazma fikri oluşmamıştı. Yine de onun sesinden kaydettiğim sohbetler, anlattığı hikayeler bu kitabın ana malzemesi oldu. Bu bakımdan kendimi çok şanslı sayıyorum.

Naciye Hanım’ın bir özelliği de yüzünü ve boynunu açık bırakacak şekilde çarşaf giymesi. Kıyafet devrimiyle birlikte de çarşafını tamamen çıkarıp atıyor. Fotoğrafları tararken Naciye Hanım gibi bir örneğe daha önce rastlamış mıydınız?

Evet. Yüzü ve boynu açık poz veren kadınlar yansıyor fotoğraflara. Üstelik çok da az değil. Daha da ileri gidip, modern bir şekilde, günün modasına uygun yapılmış saçlarla tıpkı Batılı gibi görünen, elit kesime mensup kişiler de var. Ama ülke nüfusuna kıyasla bu örneklerin nadir olduğunu söylemek gerekir.

gulderen-boluk-koleksiyonu-3.jpg
Naciye Hanım'ın çektiği fotoğraflardan biri

Naciye Hanım’ın çocuklarından bir diğeri de Türkiye’nin ilk modacılarından Nedret Ekşigil. Onun hikâyesi de ayrı kitap olabilir. Nedret Hanım, Münevver Andaç ve Peride Celal’le yakın arkadaş. Nedret Hanım ölmeden onunla görüşme fırsatınız da olmuş. Kızı Sevgi Divitçioğlu ile de iletişiminiz var. Nedret Hanım’ın hikâyesini de yazmayı düşünüyor musunuz?

Nedret Ekşigil, hayat öyküsü yazılması gereken ve hayranlık uyandıran önemli bir portre bence de. Adı, moda tarihimizde yerini mutlaka almalı. Fakat ben yazabilir miyim bilmiyorum. Çünkü sırada, yine fotoğraf tarihiyle ilgili birkaç kitap projem daha var. Belki de en doğrusu, onun hikayesini moda tarihiyle ilgilenen isimlere bırakmak sanırım.

“KADINLAR AİLESİYİZ BİZ”

Sevgi Divitçioğlu annesi ve anneannesini anlatırken “Kadınlar ailesiyiz biz” diyor. Ailede güçlü erkek karakterler de var. Neden sizce kadınlar ailesi olarak tanımlıyor ailesini?

Haklısınız, güçlü erkekler var ailede ama kadınları pek yaman… Hepsi gerçek varlıklarıyla, kimlikleriyle kabul görüp söz sahibi olabilmişler. Hatta çok önemli konularda eşlerinin itiraz ve kararlarını göz ardı edebilmişler. Mesela Naciye Hanım’ın annesi Sabiha Hanım, cephede olan eşinin itirazlarına rağmen Naciye Hanım’ın evliliğine olur verebiliyor. Değil o dönemde, şimdi bile birçok kadın buna cesaret edemez. Naciye Hanım’ı zaten her yönüyle ortaya koydum. O da toplumsal beklentileri umursamadan, kocasının cepheden dönmesini beklemeden bir fotoğrafhane açma kararı alabilmiş müthiş bir kadın.

kadinlar-ailesiyiz-biz.jpg
Naciye Hanım, torunu Sevgi Divitçioğlu ve kızı Nedret Ekşigil

Nedret Ekşigil de öyle… Kitapta sahne çalmasını göze alacak kadar önemseyip kayıt altına almak istedim. Onun karakteri de Naciye Hanım’a benziyor. Hem çok çalışkan hem de kafasına koyduğunu yapan biri. Boş, anlamsız bir inattan da söz etmiyorum. Hepsi ne yaptığını gayet iyi bilen, gerektiğinde inisiyatif alabilen zeki kadınlar.

Sevgi Divitçioğlu da farklı değil. Aynı kumaştan… Hepsi çok güçlü karakterler.

*Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk profesyonel Müslüman kadın fotoğrafçı Naciye Hanım’dır. Daha sonra Muzaffer Hanım ve Adviye Hanım’ın isimlerine rastlıyoruz. Ancak Adviye Hanım’a ilişkin bir bilgi yok.

Gülderen Bölük Kimdir?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Anasanat Dalı’ndan 2002 yılında mezun olan Gülderen Bölük, daha sonra İğne Deliği Sanat Atölyesi’ni kurdu. Atölyede verdiği fotoğraf eğitimlerinin yanı sıra farklı etkinlikler düzenledi. Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemine ait fotoğraf koleksiyonu oluşturan Bölük’ün konuyla ilgili makaleleri çeşitli dergilerde yayımlandı. 2009 yılında Kültür A.Ş tarafından ‘İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı’ adlı kitabı yayımlandı, fotoğraf tarihi konusunda konferanslar verdi. 2010 yılında Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde yüksek lisansını tamamlayan Bölük, Fotoğraf Dergisi’nde de Foto Bellek isimli köşeyi hazırladı. Yazarın ‘Fotoğrafın Serüveni’ isimli bir kitabı daha bulunmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi