Picasso’nun izinde Antibes

Fransız sahil kentlerinden biri olan Antibes’deyiz. Antibes plajları, sokakları, galerileri, müzeleriyle tam bir Akdeniz kenti. Antibes’i özel kılanlardan biri de Picasso Müzesi.

fransiz-rivierasinin-sanat-kenti-antibes.jpg
Fransız Rivierası'nın sanat kenti; Antibes

Ünlü ressamın bir dönem yaşadığı Grimaldi Şato’su Monaco ailesine ait. Şatonun tarihi eski Yunan’a kadar uzanıyor. 1925 yılında şatoyu Antibes Belediyesi alıyor ve Grimaldi Müzesi’ne dönüştürüyor. Picasso Müzesi’ne dönüştürülmesi ise 1966 yılında oluyor. Picasso 1945 yılında şatoda kalıyor. Grimaldi’nin büyük bir odasını atölye olarak kullanıyor ve burada iki ay kalmasına rağmen çok sayıda resim yapıyor. 1947’de sanatçının atölye olarak kullandığı bölüm Picasso’ya adanıyor. Picasso da müzeye 67 eserini bağışlıyor.

antibes-picasso-muzesi.jpg
Antibes sahilinde bulunan Picasso Müzesi farklı ülkelerden şehre gelen ziyaretçilerle dolu

Aynı yıl müzeye meşhur ‘Ulysse ve Sirenler’ tablosunu veriyor. Tablo sanatçının büyük bir duvarda sergilenen Valluris’te yaptığı seramik tabaklarının olduğu bölümde asılı. Aynı zamanda iki büyük heykel de aynı bölümde yer alıyor. Haliyle farklı çizimlerden oluşan seramik tabakların, heykellerinin ve ‘Ulysse ve Sirenler’ tablosunun olduğu bölümden çıkmak kolay değil.

ulysses-ve-sirenler-tablosu-picasso-001.jpg
'Ulysses ve Sirenler' tablosu

1946 yılında Polonyalı fotoğrafçı ve heykeltıraş Michel Sima (asıl adı; Michal Smajewski) Picasso’nun şatoda siyah beyaz fotoğraflarını çekiyor. Bu fotoğrafların bir kısmında Picasso’yu resimleri önünde poz verirken ya da çalışırken veyahut elinde bir kargayla görüyoruz. Mitolojik tablolarının yanı sıra sanatçının çıplaklığı farklı şekilde ortaya koyan resimleri de müzede yer alıyor. Çıplak demek istiyorum. Çıplak gibi bir çıplak yapmak istemiyorum. Sadece meme demek istiyorum, ayak demek istiyorum, el demek istiyorum, mide demek istiyorum... Konuşurken bir kelime yeter. İşte, bir bakış ve o çıplak figür sana ne olduğunu, cümle kurmadan anlatıyor” diyor Picasso.

birlesik-gorsel.jpg

Müzeyi gezip Akdeniz’e açılan kapıdan bahçesine çıktığınızda farklı sanatçılara ait heykellerle karşılaşıyorsunuz. Bir yandan bahçede akordeon sesi, Akdeniz güneşi ve geride bıraktığınız figürler, renkler, sıra dışı çizimler…

picasso-heykeller-1.jpg
Picasso'nun yaptığı heykel ve arkada seramik tabakları

Abidin Dino, Picasso ile seramik atölyesinde

Nice’de olduğumu bilen Edebiyat araştırmacısı Bahriye Çeri, Abidin Dino’nun bir dönem Antibes’de yaşadığını ve Picasso’yla seramik atölyesinde çalıştığını hatırlattı. İstanbul’a dönünce hemen Bahriye Çeri’nin Güzin Dino ile yaptığı söyleşiden oluşan ‘Böyle Bir Hayat Güzin Dino’ kitabına ilişkin notlarıma baktım. Çiftin Paris yıllarında Picasso ve Chagall’a ilişkin ayrıntıları Güzin Dino bakın nasıl anlatıyor:

Abidin, Picasso ile 1938 senesinden itibaren ahbap, oraya gideceğiz. Onun atölyesinde Picasso ile beraber çalışacak. Onun seramiklerini kopya edecek. Reprodüksiyon onlar, müthiş pahalıya satılıyorlar. Madam Ramié (Seramik sanatçısı Suzanne-Ramié Madouro) 1938’de Vallauris’te Atelier Madoura’yı açtı. Bu atölye Picasso’nun seramik çalışmalarında önemlidir, çok iyi kopyacı, Abidin ile ikisi ne yapıyorlarsa yapıyorlar. Hatta bir lambasını Abidin’e hediye etmiş, Abidin kırmış.

abidin-dino.jpg
Abidin Dino bir dönem Picasso'nun seramik atölyesinde çalışıyor.

Dino çifti Fransa’nın güneyine Golf-Juan adında bir köye yerleşir. Çünkü Güzin Dino’nun anlatımından Abidin Dino’nun seramik yaparak iyi para kazandığını öğreniyoruz. Güzin Dino, “Abidin sabahları otobüse binip 15 dakikada Vallauris’e çıkıyor, akşam beş buçuk gibi dönüyor, çalışıyor memur gibi” diye anlatıyor.

Abidin Dino’nun ressam Marc Chagall’la da anıları var. Hatta bir ara Picasso, Chagall ve Abidin Dino birlikte çalışıyorlar.

Chagall müthiş bir ressam tabii, beğeniyor Picasso’yu fakat hep de kavga ediyorlar. İkisi de huysuz, ağız kavgaları ediyorlar şakayla karışık. Bir gün Rus olan oturmuş bir tabak yapıyor, ısmarlamışlar tabağı. (Chagall’ı kast ediyor). … güya hiçbir şey gelmiyor aklına. Yani aciz durumda gösteriyor kendini. Abidin diyor ki “Artık sinirimize dokunmaya başladı. Baş ağrısı haline geldi”. Yarım saat bir türlü ne yapacağına karar veremiyor. Abidin dayanamamış “Leda ile Kuğu’yu” yapalım demiş. Biliyorsunuz meşhur peri işte. Kuğuyu bir türlü yapamıyor. Kızıyor, tükürüyor o sırada Picasso geliyor. Lastik ayakkabılı, işitilmiyor gelişi. Hep böyle muziplikler yapıyormuş adama. “Ne yapıyorsun?” diye soruyor ama Chagall resmini kapamak istiyor. Ondan sonra “Kuğuyu bir türlü yapamıyorum bana bir kuğu yap” diyor. “Peki, tamam ama çıkacaksın ben kendim yapacağım” diyor Picasso. Kuğu yerine tabağa bir eşek kafası yapıyor. Tabi ondan sonra iki sanatçı aralarında yarı ciddi yarı şaka kavga ediyorlar.

Türk, Rus, İspanyol tabağı

Güzin Dino’nun anlattığı bir başka ayrıntı da bir gün Picasso “Üçümüz de aynı şeyi yapacağız” der.

Bir eser yaparlar ve aynı zamanda fırına koyarlar. Ertesi gün Picasso gelir ve der ki “Bak aynı tabak, biri Türk, biri İspanyol, öteki de Rus. Bağırıyor tabaklar ben Rusum, Türküm, İspanyolum diye…”

Objeleriyle öne çıkan ressam, heykeltıraş Arman

Nice doğumlu ressam, heykeltıraş Arman (Armand Fernandez) daha önce Saint Paul de Vence köyündeki Modern Sanatlar Müzesi’nde de karşıma çıkmıştı. Arman’ın Picasso Müzesi’nin giriş katında da eserleri sergileniyor. Yine onu görünce hemen tanıyacağınız formda, farklı objeler sanatının özneleri haline gelmiş. Yani resminin merkezinde objeler var. Bu bir keman, oyuncak araba, heykel olabilir. Arman o objeleri parçalara ayırarak bir kompozisyon yaratıyor. Sanatçı, Nouveau Réalisme hareketine yaptığı katkılarla tanınıyor. Bu akım 1960’larda ABD'de başlayan pop art akımıyla da paralellik gösterir. Zaten Arman’ın eserlerini gördüğünüzde Andy Warhol’un meşhur konserve kutuları geliyor akla. Sanatçının eserleri NewYork, Tokyo, Londra, İspanya, Nice, Telaviv gibi dünyanın farklı şehirlerindeki müzelerde sergileniyor.

sanatci-arman.jpg
Nouveau Réalisme hareketine yaptığı katkılarla tanınan ressam, heykeltıraş Arman.

Babasının antika işiyle uğraşması aslında Arman’ın da sanata bakışını şekillendirmiş. Modern Sanatlar Müzesi’nde sanatçıya ait metalden büyük bir ağaç görmüştüm. Arman, o ağacın her bir dalında ayrı hikâye anlatıyordu bize.

heykel-koleksiyon-birlesik.jpg
Sanatçının eserlerinde objeler, sanatının öznesi durumunda

Fransa’nın köy oyunu

Antibes’den yine kaldığımız Valbonne köye dönüyoruz. Otobüslerle Provence bölgesinin köylerine ulaşmak çok kolay. Bir tek saatlerini iyi takip etmeniz gerekiyor. Haftalık ödediğimiz yedi Euro’yla (470 TL) birçok köyünü dolaştık. Köy meydanlarında farklı yaş gruplarında olan çoğunlukla erkeklerin oynadığı oyun dikkatimi çekiyor. Bizim misket olarak bildiğimiz bilyeler küçük birer top şeklinde. Ağaç altlarında toprak alanlarda köylüler bu bilyelerle oynuyor. Oyunla ilgili ChatGbt imdadıma yetişti. Oyunun adı; Pétanque, özellikle Güney Fransa’da, yani Provence bölgesinde yaygınmış. Saint Paul de Vence köyünde de bu oyunu oynayanları görmüştüm. Valbonne kasabasında bu oyun için büyük bir alan oluşturulmuştu. Bizim misket oyunumuzun büyük hali gibi. Hedef topa vurmak. Kolay olduğunu sanmayın! Genç-yaşlı birçok insan büyük bir ciddiyetle bir yandan da sohbet ederek bu oyunu oynuyor. Sahada görevli bir kişi vurulan topla diğer top arasındaki mesafeyi ölçüyor.

Chagall Müzesi

Fransız ressam Marc Chagall’ın Müzesi size geçen hafta anlattığım Nice’in Cimiez bölgesinde. Aynı yerde Henri Matisse’in de müzesi var. Müzeye saat 12 gibi ulaştım ancak yarım saat gezebileceğimi, öğle tatilinin ardından müze turuma devam edebileceğimi öğrendim. Hızlıca biletimi alıp müzeye yöneldim. Müzenin girişinde ağır bir koku burnuma çarptı. Ağzında sakız çanta kontrolü yapan bir görevli ve kokunun da etkisiyle beklentimi düşürdüm. Benzer bir durumu Grasse’deki Koku Müzesi’nde de görmüştüm. Provence bölgesinde yapılacaklar listesinde yer alıyor bu müze. Ancak gitmenize gerek yok! Çünkü müze anlayışından çok uzak, dağınık, hikâyenin olmadığı bir mekân Grasse’deki Koku Müzesi.

unnamed-27.jpg
Marc Chagall

Chagall Müzesi’nde ise durum farklı. Vaktim sınırlı olduğu için ağır kokuya takılmayıp ilk galeriye girdim. Sonra açılışı beklemek için müze bahçesinde bulunan kafede oturup kitabımı okumaya başladım. Benimle birlikte bahçede bekleyenler müze 14.30’da açılır açılmaz girişe yöneldi. Öğle molasının ardından girişteki ağır koku dağılmıştı. Ancak aynı görevli sakızını çiğnemeye devam ediyordu.

İlk galeride Chagall’ın dini temalı resimleri sergileniyor. Mavi ve kırmızının egemen olduğu tablolarda İbrahim Peygamber’in oğlunu tanrıya kurban edişinden yaratılışa, Nuh Tufan’ından dirilişe kadar farklı temalarda resimleri yer alıyor ama benim asıl ilgimi çeken mozaikleri.

Müzenin bahçesinde dev bir pano bizi karşılıyor. Farklı yaş gruplarında gençler, küçük çocuklar müzenin ziyaretçileri arasında. Rehberli turlar yapanlar var. Bense ressamın dünyasını keşfetmeye çıkmış, müzede yer alan bilgiler ışığında onu anlamaya, resmini anlamlandırmaya çalışıyorum. Müzenin girişinde karşılaştığım durum zihnimden uçup gitti. Mozaiklerin olduğu bölümde ise Chagall’ın renkleri arasında kayboldum. Minicik parçalardan bir bütünün oluşumu, renk ahengi ve bin bir emekle nakış gibi işlenen mozaikler... Mozaik çok yoğun emek gerektiren ancak izleyen için müthiş zevkli bir sanat üretimi. Bedri Rahmi geliyor hemen aklıma. İyi ki bizim de Bedri Rahmi’miz var diye düşünüyorum.

img-9572.jpg

Mozaiklerin nasıl yapıldığı uzun bir videoyla aşama aşama anlatılıyor. Bu bölümü bitirirken bir anons yapılıyor. Müzenin oditoryumunda Chagall’a ilgili gösterilecek belgesele bir davet bu. Benimle birlikte diğer ziyaretçiler de salona yöneliyor. Kocaman güzel düzenlenmiş bir salonda dev ekranda ressamın hayatını izliyoruz. Sanatçının tüm yaşamını anlatan detaylı bir film hazırlanmış.

h20843-l294678789-original.jpg

Chagall’ın mitolojik temalı resimleri mozaikleri kadar güzel. Özellikle “Je suis Ulysee” yani ben Ulysee’yim (Ulysee, Homeros’un anlattığı Troya Savaşı’nın ardından yıllar sonra ülkesine dönen Odysseus) çizimi dikkatimi çekiyor. Saint Paul de Vence köyünde kurulan Modern Sanatlar Müzesi’nin bahçesinde de Chagall’ın dev bir duvar mozaiği vardı. Zaten ressam bir dönem bu köyde yaşıyor. Ayrıca müzede sanatçının örneğin Paris Opera Binası’nın tavanında bulunan eserinin resmi ya da Cote d’Azur’da bir üniversitenin duvarına yaptığı ‘Ulysee’in mesajı’ tablosunun resmine ilişkin de bilgiler yer alıyor.

Massena’da bir kitapçı

Nice ziyaretimin güzel tesadüflerinden biri de yaz aylarında bu bölgede yaşayan İngiliz yazar Celia Imrie’nin söyleşine katılmak oldu. Imrie’nin gerçek bir hikâyeden yola çıkarak Fidelis Morgan’la birlikte yazdığı ‘Orphans of the storm’ (Fırtınanın Yetimleri) kitabı Titanik faciasında gemide bulunan iki kardeşin öyküsünü anlatıyor. Kitapçıda tatlı bir kalabalık imza ve söyleşi için sıraya girdik. Saat yediye doğru kapılar açıldı ve yaklaşık 35 kişi söyleşiyi dinlemeye koyulduk. Her iki yazarın ciddi oyunculuk kariyerleri var. Celia Imrie, Bridget Jones, Mamma Mia, The Second Best Exotic Marigold Hotels gibi filmlerde oynamış ödüllü bir oyuncu. Fidelis Morgan ise oyunculuğunun yanı sıra tarih kitapları yazan, Stanford Üniversitesi, Utrecht gibi üniversitelerde dersler veren bir hoca. Her ikisi de oyuncu olunca sohbet teatral bir havada başladı. Fidelis Morgan hazırladığı bir sunumla kitapta anlattıkları karakterlerin yaşamına ilişkin bilgiler verdi. Tek eksikleri toplantıya katılan herkesin konuyu ve yazım sürecini bildiklerini var sayarak söyleşiye başlamaları oldu. Özellikle iki yazarlı toplantılarda hatta tek yazar olsa dahi toplantıyı yönlendiren, sunan bir kişinin olması sohbetin daha canlı ve odaklı ilerlemesini sağlıyor.

unnamed-3.jpg
Celia Imrie’nin gerçek bir hikâyeden yola çıkarak Fidelis Morgan’la birlikte yazdığı ‘Orphans of the storm’ (Fırtınanın Yetimleri) kitabının söyleşisi Nice'in Massena bölgesindeki bir kitapçıda yapıldı.

Sabahattin Ali Nice’de

Son olarak Massena bölgesinde bulunan kitapçıyla bitirelim. Kitapçıda dikkatimi çeken en önemli şey raflardan bağırmayan, öne çıkmayan kitaplardı. Sahibi İngiliz bir kadın ve on yıldır Nice’de yaşıyor. Fransızca kitaplar satılan kitapçının karşı sırasında yine kendisine ait bir başka küçük dükkân daha var. Orada sadece İngilizce kitaplar satılıyor. Fransızca kitaplara göz gezdirdikten sonra İngilizce kitaplar satılan dükkâna geçtim. Raflarda Orhan Pamuk’u görünce mutlu oldum. Elif Şafak’ın da kitapları vardı. Türkiye’den başka bir yazarın kitabı olup olmadığını sorduğumda daha şaşırtıcı bir yanıt aldım. Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’ kitabını çok sattıklarını öğrendim. Yeni dünyanın sosyal medya mecraları sayesinde Sabahattin Ali Nice’de karşıma çıktı. Tiktok gibi mecralar sayesinde ve kitabın adının da etkisiyle dünyanın farklı ülkelerinden gençler Sabahattin Ali okuyor.

unnamed-2.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi