Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Sıcak cuma

Rutubetliydi de…
Nefes alabilmek için camı açtım. Nafile. İçeriye ağır bir hava doldu. Televizyon açık. İşte olmam gerekirken evdeydim. Hekime gitmeyi erteleyip durduğum bir diş sorunum vardı, halletmek için işten izin aldıydım. Ağzımda metalik, tuhaf bir tat, ince bir sızı. Gözüm televizyona kaydı. Erkeklerden oluşan kalabalık ve vahşi bir grup bir binanın önünde dalgalanıyor. Arada, “Yakın! Yakın!” haykırışları duyuluyor. Görüntülerin üstüne konuşan spiker akıl fikir mi diliyor ne! Çıldırmışlar! Otuzumdayım ve ekranda olan vahşiliğe dehşet içinde bakıyorum. Ağzıma tuzlu bir tat geldi. Kendi kanım. Babam henüz hayatta. İstanbul’dayız. Birbirine uzak semtlerde oturuyoruz. Dördüncü çalışta telefonu açtı, babam. Baba, dedim; ne oluyor? Provokasyon, dedi. İki gündür gericileri kışkırtıyorlar, asker müdahale eder şimdi, dedi. Gözümü televizyondan alamıyorum. Baba, dedim. Perdeleri tutuşturdular, içeride insanlar var! İzliyorum, kızım, dedi. Asker girer şimdi, merak etme, dedi. Sesi endişeliydi. Dişim çekiçle darbe yemiş gibi zonkladı. Perdeyi yalayan ve giderek güçlenen alev demeti içeriye doğru meylettikçe odadaki sıcaklık arttı.

1993 yılında, Sivas’ta misafir olarak bulunan ve aydınlardan oluşan bir grup sevdiğim şair, müzisyen, yazar kaldıkları otelde gerici, yobaz kalabalığın binayı ateşe vermesi sonucu öldü. Öldürüldüler.
Babam denize yakın, ben tepede bir semtteydim. Sıcak bir cumaydı. Rutubetli. Babam hayattaydı.

Ya Zeynep’in babası?
Metin Altıok birkaç saat sonra öldü, yanındaki otuz dört insanla beraber…
Sevdiğim şair, benim şairim.
Uzun yıllar bitmeyen bir enerjiyle ve sabırla 1993 yılında babasını ve babasıyla aynı kaderi paylaşan arkadaşlarını katledenlerin yargı önüne çıkartılması için, ceza almaları için, bir daha aynı acılar yaşanmasın için uğraştı, çabaladı, Zeynep Altıok. Bugün, tam yirmi sekiz yıl sonra acısı hala taze ama yola devam ediyor. Üç yıl önce yazmış, Zeynep; “Acıları kişiselleştirmekten kaçındım yıllarca. Ortaklaşsın ve çözümün bel kemiği olsun istedim. Sözümüzü mecliste çoğaltmanın, siyasi parti örgütlülüğünün gücü ile değişime yol açmanın mümkün olduğuna inanarak umutla çıktığım yolda giderek daha da yalnızlaştım. Ülkemizin sıkışık siyasi gündeminde hep önce taze acılara koşma gereği doğdu. Bu taze acıların Sivas’tan eski acılardan bağımsız olmadığını, bunu görerek geleceği örmemiz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Yüzyıllardır dayatılan toplum baskıları ile yerli ve milli değerler üzerinden örgütlenen hatta artık silahlandırılan “kindar ve dindar” nesil ile mücadelenin öğretilmiş çaresizlik bakışıyla, günü kurtaran pragmatik çözümlerle, kimseyi “tahrik etmeyecek” kaçamak söylemlerle, eylemi olmayan içi boş çözüm vaatleriyle olmayacağını söyledim. (…) Sönmemiş bir volkanla yaşıyor gibiyim. O volkan bazen sakindir içimde bazen köpürür. Böylece akıyor yaşam…”
Bu sene yine bir cuma gününe denk geldi, 2 Temmuz. Zeynep Altıok ve Eren Aysan’ın emekleriyle, 3. Metin Altıok Behçet Aysan Şiir Ödülleri Töreni yapıldı. Geceye İzmir Büyükşehir Belediyesi, Türk Tabipleri Birliği ve Kırmızı Kedi Yayınevi katkı verdi.

Geceden aklımda kalan, sistemli bir unutturuşa teslim olmamış izleyici topluğunu aynı gökyüzünün altında tatlı tatlı esen meltemin sarmasıydı.
Dilimizde umut şarkıları…
Adalet.
Bir gün…

(Alıntı: E.Aysan-Z.Altıok, 2018. 25 Yıllık Ağıt (unutMADIMAKlımda). Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul. S:130-131)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi