
Pelin Batu
Sürrealizmden haute couture’e: Elsa Schiaparelli
Bu hafta düğmeler üzerine araştırma yaparken sanayi devriminden itibaren özgün, nevi şahsına münhasır düğmelerin ancak yüksek moda dünyasında kaldığı, çoğunluğun birbiriyle aşağı yukarı aynı yuvarlak, dört ya da iki delikli fonksiyonel objeler olduğunu düşünüyordum… Ta ki Elsa Schiaparelli’nin sürrealist kıyafetlerinin üzerindeki cırcır böceği, deniz kızı, sümüklü böcek vb. yaratık şeklindeki düğmelerini görene kadar. Bu acayip ıstakoz veya iskelet kostümlerini kim tasarlamış diye araştırmaya başladığımda da hakikaten kendisinin en az elbiseleri kadar tuhaf ve renkli bir biyografiye sahip olduğunu anladım. Velhasıl kelam, bu İtalyan ‘principessa’sının hayatını sizlerle paylaşma kararı aldım.
Elsa Schiaparelli için ‘zıtlıkların kadını’ desek yeridir. Bir taraftan aristokratik fakat sokak hayatına akabilen ve ‘statüko’ya karşı başkaldırma cesaretine sahip bir kadın.
Bir taraftan gösterişli ama yeri geldiğinde olabildiğine serin ve sade, entelektüel ama içgüdüsel, her daim meydan okuyan, çalkantılı, sıradanlığa savaş açmış ve saplantılı olarak tanımlayabiliriz.
Annesi Napolili asil bir soydan gelen Giuseppa Maria de Dominicis, babasıysa pek çok sosyal bilim dalında bir otorite sayılan, Orta Çağ’dan İslam dünyasına pek çok konuda dersler veren, Sanskritten çeviriler yapan bir adamdı.
Ailede Mısırdaki mezarları keşfeden arkeologlar, üniversite rektörleri, Mars’taki kanalları keşfedip adlandıran gökbilimciler de vardı.
FELSEFE OKUDU, ŞİİR YAZDI
Böylece Elsa son derece rafine bir dünyanın içine, Roma’daki Palazzo Corsini adlı saray yavrusunda dünyaya 1890 yılında geldi. Çocukluğundan beri mitlere meraklıydı. Felsefe okudu. Şiir yazdı. Ama Arethusa adını verdiği bir şiir koleksiyonunu kaleme alınca ailesi onu İsviçre’deki bir rahibe okuluna göndermeye karar verdi. Bunun üzerine Elsa açlık grevine başladı ve sonunda ailesi onu tekrar Roma’ya aldılar.
Ailesinin baskısına gelemediği ve kendi ayaklarının üzerinde durmak istediği için kendisine İngiltere’de yetim çocuklara adamaya karar verdi. Fakat burada da çok tutunamadı.
ÖTEKİ DÜNYALARA DALDI
Kendini Londra’ya atıp orada ilgisini çeken ve zamanında çok popüler olan, öteki dünya, ruh çağırma, neo-platonizm ve Hint mistisizmini birleştiren Madam Blavatsky’nin konuşmalarını takip etmeye başladı.
Bu toplantılardan birinde kendine Wilhelm Frederick Wendt de Kertor adını vermiş (Willie Wendt veya Wilhem de Kertor) karizmatik şarlatanla tanıştı. Bu adam kendinin psişik kabiliyetlere sahip, cinayet masası dedektifliği yapabilecek mahiyette, aynı zamanda doktor, psikolog ve daha birçok “şey” olduğunu iddia ediyordu.
İLK GÖRÜŞTE AŞK
Elsa anında âşık oldu.
İlk tanışmadan sonraki buluşmalarında nişanlandılar. Ve kısa bir süre sonra 1914’te Londra’da evlendiler.
Bir sene sonra İngiltere’de yasadışı kabul edilen falcılık aktivitelerinden dolayı ülkeden sınır dışı edilince Paris, Nice, Cannes, Monte Carlo gibi yerlerdeki havalı muhitlerde dolandıktan sonra kendilerini 1916’da New York’ta buldular.
Kocası, “Psikoloji Bürosu” adını verdiği bir ofis açtı- burada psişik aktiviteler ve falcılık karışımı zırvalıklarla uğraşırken salak âşık rolüne bürünmüş Elsa onun asistanlığını yapıyordu.
Çok geçmeden zamanın FBI’ının dikkatini çektiler. Tabii Amerika gibi bir yerde bu şarlatanlıkları değil, potansiyel komünistler tehlikeli bulunuyordu.
Narsist olma ihtimali yüksek olan kocası, polisler tarafından sıkıştırılınca gururlu bir şekilde Rus Devrimine sempati duyduğunu, Elsa da Boston’daki İtalyan anarşistlere patlayıcı madde yapımıyla ilgili engin bilgilerini aktardığını ‘itiraf’ ettiğinde FBI onları ciddiye almadı.
Bu kadar şova meraklı insanların tehlikeli olabilme ihtimali yoktu. Yani pek çok çağdaş “pinko” gibi cadı avının kurbanı olmadılar.
KIZI DOĞDU, EŞİ KAYIPLARA KARIŞTI
Çok geçmeden Elsa hamile kaldı ve 1920 yılında “Gogo” lakaplı bir kız dünyaya getirdi. Eşi, yeni doğmuş bebeğini ve eşini bırakıp sırra kadem bastı. Tek başına çocuğuna bakmak zorunda kalan, üstelik çocuk polio olduktan sonra çok ciddi zorluklar yaşayan yalnız anne, en sonunda direnemedi ve Paris’e ailesinin tuttuğu şık eve döndü.
Bu arada kızı, babasını merak edip sorduğunda Elsa babasının öldüğünü söylüyordu. Nitekim adam Isadora Duncan gibi efsanevi dansçılarla sevgili olduktan sonra 1928 yılında şaibeli bir şekilde Meksika’da öldürülmüştü.
SÜRREALİST GÜNLER…
Paris’te meşhur sürrealist ve Dada’cı ressam Francis Picabia’nın eşi Gaby ile çok yakın arkadaş olan Elsa kendini zamanın en yaratıcı ve yenilikçi sanatçıları arasında buldu.
New York ve Paris arasındaki sürrealist bir hayat sürmeye başladı. Zamanın en önemli fotoğrafçılarından Man Ray ile sürrealist bir dergide işbirliği yaptı. Annesinden finansal yardım almasına rağmen kendi ayaklarının üzerinde durmak istiyordu.
Sonunda 1926’da kendi yolunu çizdi. Her ne kadar teknik bilgisi olmasa belli bir zevke sahip, entelektüel kapasitesi ve bilgisi fazlasıyla olan bir kadındı. Dolayısıyla modayı sürrealist bir tabloya dönüştürmeye karar verdi.
COCO CHANEL’İN EN BÜYÜK RAKİBİ OLDU
Bugün Schiaparelli Moda evi pek hatırlanmıyor ama iki dünya savaşı arasında Coco Chanel’in en büyük rakibesi, hatta 1934 Vogue’una göre dünyanın en yaratıcı modacısı sayılır hale gelmişti.
Mae West gibi film yıldızlarından Daisy Fellowes gibi eksantrik cemiyet hayatı mensuplarına tuhaf, orijinal, nev-i şahsına münhasır kıyafetler dikti. Pek çok filmin kostümünü yaptı.
Salvador Dali gibi ressamlardan ilham almakla kalmadı aynı zamanda onlarla beraber çalışıp Dali’nin ıstakoz telefonundan hareketle ıstakoz elbisesi (ki uğruna İngiliz Kraliyet tacından feragat eden Edward’ın Amerikan dulu sevgilisi Wallis Simpson bu elbiseyi giymişti) hazırladı.
TÜRÜNÜN TEK ÖRNEĞİ KIYAFETLER
Yine Dali ile işbirliği sonucunda ortaya çıkan topuklu ayakkabı şapkası, iskelet elbisesi, gözyaşı elbisesi, örümcek, sümüklü böcek, cırcır böceği şeklinde düğmeli kıyafetler, sirk ve pagan koleksiyonları yaptı.
Hakikaten de türünün tek örneği, muhteşem kılıklar yaratıyordu. Aynı zamanda şair, yönetmen, tiyatro dünyasının cesur yenilikçisi Jean Cocteau ile de beraber çalışıp kıyafetler tasarladı.
Kimsenin kullanmaya cesaret edemediği renkler, ki bunlardan cart pembe herhalde en meşhur ettiği ton ve rayon gibi kumaşları ilk o kullandı. Bazı kumaşlar o kadar deneyseldi ki, ilk kuru temizlemede eriyebiliyordu!
ŞOKE EDEN HAYAT
Elsa 1954 yılında kendi otobiyografisi “Shocking Life” (Şoke Eden Hayat) adlı kitabını yayımlayınca hayatının ne kadar ebruli olduğunu kayda düşmüş oldu.
Moda evini savaştan sonra kapattı ama 1957’de parfüm markası kurdu.
Hiçbir zaman emekli olmamakla birlikte ileri yaşlarında Paris ve Tunus’ta rölantiye aldığı bir hayat sürdü, torunlarıyla vakit geçirdi. 1973’te 83 yaşında vefat ettiğinde, istediği hayatı seçmiş olmanın huzuruyla, ıstakozlarını da koluna takıp nihai yolculuğuna çıktı.