Tatil yapamayanların öyküsü

Ağustos…

Güneş en dik yerinden bakıyor bizim coğrafyaya...

Sokaklar kurumuş, kaldırımlar sıcak, gölgeler bile yorgun artık.

Bir yanda sosyal medyaya peş peşe düşen sahil manzaraları, deniz sesleri, renkli kokteyller.

Bir yanda ise sessiz pencereler, açık perdelerin ardında duran yüzler.

Yaz, herkes için tatil değil!

Bazıları için yaz; sadece daha çok çalışmak, daha çok terlemek ve yaşama tutunmak demek.

Ve onların öyküleri paylaşılmıyor.

Çünkü onlar bu fotoğrafın dışında kalanlar…

Fatma Teyze 63 yaşında bu toprakların kadını.

Dizleri kireçlenmiş yine de üç ayrı eve temizliğe gidiyor.

“Yoruldum ama duramam,” diyor.

Duramıyor çünkü torunları var. Eylül’de okul açılacak. Defter, kalem, ayakkabı…

Şimdiden bir kenara koyuyor aldığı üç beş kuruşu.

Dinlence mi?

Tatil mi?

“Hiç gitmedim,” diyor. “Biz çocukken evin damında uyurduk, yıldızlar gözümüzün içine girerdi. O da bir tatildi belki.”

Yan komşusu Dursun Abi emekli işçi, tatile gitmek bir yana gündelikle taksilerde şoförlük yapıyormuş.

Emeklilik demek dinlenmek değil onlar için; geçinmeye çalışmak.

Bu yazın en büyük planı elektrik faturasını ödeyebilmek.

Fatma Teyzeyle ayaküstü dertleşiyormuş:

“Çocukların boynu bükülmesin yeter,” diyormuş, “biz deniz görmesek de olur.”

Aysun’la bir kitap fuarında tanıştık. Yayınevi için imza günlerinde kitap satıyor. Denizi ilk kez fuar için geldiği o kentte görmüş. Üniversite öğrencisi yazları festivallerde, fuarlarda çalışarak para biriktiriyor, okul masraflarını, arkadaşıyla paylaştığı kira bedelini ödemek için ter döküyor.

Onlar için yaz, tatil değil, sıcağın altında kavrularak çalışmak.

Vantilatör serinliğiyle avunmak, eski gömlekleri güneşe asmaktır.

İzin dilekçesi değil, market fişi birikir onların cebinde.

Güneş kremi yerine yoğurt sürerler yanıklarına.

Ve en çok da susarlar.

Gürültüsüz yaşarlar, gürültüsüz geçerler aramızdan.

Nermi Uygur ne güzel diyor: “Gerçekler patırtıyı sevmez.”

Bazı insanlar tatili düşlemezken, bir kentin vicdanı olan yerel yönetimler, devreye girebilir. Günübirlik bir otobüs, bir tabak sıcak yemek, birkaç saatlik deniz havası… Belki bir ömür unutulmayacak bir anı yaratır. Çocuklar ilk kez tuzlu suya ayak basar, yaşlılar yıllar sonra ilk kez deniz kokusunu içine çeker. Tatil, lüks olmaktan çıkar; herkesin hakkı olur. Çünkü gerçek belediyecilik sosyal hizmet, yalnızca yol yapmak değil, yorgun insanlara nefes aldırmaktır.

Duyduğum kadarıyla bazı deniz kentlerinde belediyeler yaz aylarında günübirlik tatil ve gezi turları düzenliyormuş.

Duymayan belediye başkanlarına duyurulur: Günü birlik tatil ve gezi turları, çocuklara yaz kampları, açık alanlarda kent tatili, sponsorlu halk tatili destek fonları, halk tatili meclisleri ya da daha yaratıcı çözümler…

Belediyeler, betonun arasına sıkışmış yaşamlara biraz mavi biraz yeşil sunabilir. Kent parkları küçük tatil alanlarına dönüşebilir; sabah sporları, açık hava sinemaları, çocuk atölyeleriyle yaz mevsimi bir ayrıcalık değil, bir paylaşıma dönüşür. Kimi zaman bir mahalleye kurulan portatif havuz, bir çocuğun yıllar boyu anlatacağı tek tatil olur. Boş bir arsaya kurulan perdede komşularla bir yaz sineması tatili yalnızca gidebilenlere değil, kalmak zorunda olanlara da ulaştırmak… İşte bu, bir belediyenin halkıyla kurduğu en insani köprüdür.

Ama biz fark etmiyoruz diye yok olmuyorlar.

Sadece görünmüyorlar.

Çünkü tatil fotoğraflarında onlar yok.

Çünkü sosyal medyada ses, paranın olduğu yöne akar.

Ama o sessiz hayatlar, bu ülkenin belkemiğidir.

Görünmeyen omuzlardır yükü taşıyan.

Belki de bu yaz, bir tatil paylaşımı yapmadan önce şunu sormalıyız:

“Bu fotoğrafın dışında kalanlar kimler?”

Çünkü bazı sessizlikler, yalnızca yoksulluktan değil; gururdan da doğar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi